endandik.blogspot.com.tr - Gezdim Gördüm









Search Preview

En Dandik Blog: GEZDİM GÖRDÜM

endandik.blogspot.com.tr
Her şeyle yakından ilgilenen en sıradışı blog. Adına bakma içine bak anlarsın
.com.tr > endandik.blogspot.com.tr

SEO audit: Content analysis

Language Error! No language localisation is found.
Title En Dandik Blog: GEZDİM GÖRDÜM
Text / HTML ratio 3 %
Frame Excellent! The website does not use iFrame solutions.
Flash Excellent! The website does not have any flash contents.
Keywords cloud bir ve bu da çok kadar de için Bu var ki en gibi daha ama ilk olarak ne sonra ile
Keywords consistency
Keyword Content Title Description Headings
bir 295
ve 167
bu 133
da 92
çok 88
kadar 85
Headings
H1 H2 H3 H4 H5 H6
11 36 0 0 0 0
Images We found 104 images on this web page.

SEO Keywords (Single)

Keyword Occurrence Density
bir 295 14.75 %
ve 167 8.35 %
bu 133 6.65 %
da 92 4.60 %
çok 88 4.40 %
kadar 85 4.25 %
de 83 4.15 %
için 58 2.90 %
Bu 58 2.90 %
var 55 2.75 %
ki 54 2.70 %
en 53 2.65 %
gibi 52 2.60 %
daha 46 2.30 %
ama 41 2.05 %
ilk 40 2.00 %
olarak 40 2.00 %
ne 37 1.85 %
sonra 37 1.85 %
ile 35 1.75 %

SEO Keywords (Two Word)

Keyword Occurrence Density
o kadar 14 0.70 %
bir şey 13 0.65 %
bir sürü 10 0.50 %
ne kadar 10 0.50 %
bu kadar 10 0.50 %
kadar çok 8 0.40 %
başka bir 8 0.40 %
en çok 8 0.40 %
bir şeyler 7 0.35 %
de çok 7 0.35 %
gibi bir 7 0.35 %
GEZDİM GÖRDÜM 7 0.35 %
bir ülke 6 0.30 %
her şey 6 0.30 %
gördüğüm en 6 0.30 %
bir Ganesh 6 0.30 %
Güney Amerika 6 0.30 %
güzel bir 6 0.30 %
Bir kere 5 0.25 %
çok daha 5 0.25 %

SEO Keywords (Three Word)

Keyword Occurrence Density Possible Spam
o kadar çok 6 0.30 % No
MÜZİK VİDEO TARİHİ 3 0.15 % No
OLAY REKLAMLAR ÖZEL 3 0.15 % No
CİNSEL HABERLER ÇOK 3 0.15 % No
ÇOK ÖZEL SÖZLER 3 0.15 % No
ÖZEL SÖZLER FOTO 3 0.15 % No
SÖZLER FOTO GALERİ 3 0.15 % No
FOTO GALERİ GEZDİM 3 0.15 % No
GALERİ GEZDİM GÖRDÜM 3 0.15 % No
GEZDİM GÖRDÜM KÜTÜPHANE 3 0.15 % No
GÖRDÜM KÜTÜPHANE OLAY 3 0.15 % No
KÜTÜPHANE OLAY REKLAMLAR 3 0.15 % No
REKLAMLAR ÖZEL FIKRALAR 3 0.15 % No
BİLİM TEKNOLOJİ CİNSEL 3 0.15 % No
ÖZEL FIKRALAR POLEMİK 3 0.15 % No
FIKRALAR POLEMİK ANALİZ 3 0.15 % No
POLEMİK ANALİZ SIRADIŞI 3 0.15 % No
ANALİZ SIRADIŞI HABERLER 3 0.15 % No
SIRADIŞI HABERLER SİNEMA 3 0.15 % No
HABERLER SİNEMA DİZİ 3 0.15 % No

SEO Keywords (Four Word)

Keyword Occurrence Density Possible Spam
OLAY REKLAMLAR ÖZEL FIKRALAR 3 0.15 % No
GEZDİM GÖRDÜM KÜTÜPHANE OLAY 3 0.15 % No
TEKNOLOJİ CİNSEL HABERLER ÇOK 3 0.15 % No
CİNSEL HABERLER ÇOK ÖZEL 3 0.15 % No
HABERLER ÇOK ÖZEL SÖZLER 3 0.15 % No
ÇOK ÖZEL SÖZLER FOTO 3 0.15 % No
ÖZEL SÖZLER FOTO GALERİ 3 0.15 % No
SÖZLER FOTO GALERİ GEZDİM 3 0.15 % No
FOTO GALERİ GEZDİM GÖRDÜM 3 0.15 % No
GALERİ GEZDİM GÖRDÜM KÜTÜPHANE 3 0.15 % No
GÖRDÜM KÜTÜPHANE OLAY REKLAMLAR 3 0.15 % No
MÜZİK VİDEO TARİHİ GERÇEKLER 3 0.15 % No
KÜTÜPHANE OLAY REKLAMLAR ÖZEL 3 0.15 % No
REKLAMLAR ÖZEL FIKRALAR POLEMİK 3 0.15 % No
ÖZEL FIKRALAR POLEMİK ANALİZ 3 0.15 % No
FIKRALAR POLEMİK ANALİZ SIRADIŞI 3 0.15 % No
POLEMİK ANALİZ SIRADIŞI HABERLER 3 0.15 % No
ANALİZ SIRADIŞI HABERLER SİNEMA 3 0.15 % No
SIRADIŞI HABERLER SİNEMA DİZİ 3 0.15 % No
HABERLER SİNEMA DİZİ MÜZİK 3 0.15 % No

Internal links in - endandik.blogspot.com.tr

Hakkımızda
Hakkımda | En Dandik Blog
İletişim
İletişim | En Dandik Blog
Yorumcular
Yorumcular | En Dandik Blog
Arşiv
Arşiv | En Dandik Blog
İddaa Maç Sonuçları
İddaaMaçSonuçları | En Dandik Blog
Okey Oyna
Okey Oyna | En Dandik Blog
Bilim Teknoloji
En Dandik Blog: BİLİM TEKNOLOJİ
Çok Özel Sözler
En Dandik Blog: ÇOK ÖZEL SÖZLER
Özel Fıkralar
En Dandik Blog: ÖZEL FIKRALAR
Cinsel Haberler
En Dandik Blog: CİNSEL HABERLER
Foto Galeri
En Dandik Blog: FOTO GALERİ
Gezdim Gördüm
En Dandik Blog: GEZDİM GÖRDÜM
Kütüphane
En Dandik Blog: KÜTÜPHANE
Sıradışı Haberler
En Dandik Blog: SIRADIŞI HABERLER
Tarihi Gerçekler
En Dandik Blog: TARİHİ GERÇEKLER
Olay Reklamlar
En Dandik Blog: OLAY REKLAMLAR
Polemik Analiz
En Dandik Blog: POLEMİK ANALİZ
Sinema Dizi Müzik Video
En Dandik Blog: SİNEMA DİZİ MÜZİK VİDEO

Endandik.blogspot.com.tr Spined HTML


En Dandik Blog: GEZDİM GÖRDÜM Menu Hakkımızda İletişim More Yorumcular Arşiv İddaa Maç Sonuçları Okey Oyna Ana Sayfa twitter facebook google rss linkedin dribbble pinterest En Dandik Blog Adına bakma içine bak :) Etiketler BİLİM TEKNOLOJİ CİNSEL HABERLER ÇOK ÖZEL SÖZLER FOTO GALERİ GEZDİM GÖRDÜM KÜTÜPHANE OLAY REKLAMLAR ÖZEL FIKRALAR POLEMİK ANALİZ SIRADIŞI HABERLER SİNEMA DİZİ MÜZİK VİDEO TARİHİ GERÇEKLER Menu Home Home Hakkımızda Arşiv Yorumlar Katagoriler Bilim Teknoloji Çok Özel Sözler Özel Fıkralar Cinsel Haberler Foto Galeri Gezdim Gördüm Kütüphane Sıradışı Haberler Tarihi Gerçekler Olay Reklamlar Polemik Analiz Sinema Dizi Müzik Video Error 404 Search GEZDİM GÖRDÜM Güney Amerika Gezisi 20:30 romeo 1 Bu gezi notları 7 Güney Amerika Gezisini içermekte.. 1- Brezilya – Brazil2- Paraguay3- Bolivya – Bolivia4- Peru5- Şili – Chile6- Arjantin – Argentina7- Uruguay The travel writings are Turkish. But you can watch all videos with english subtitle. And you can understand what happened. If you want to watch please go lanugo and click wich one you want to watch. Enjoy my venture (: Nihayet hep gitmek istediğim Güney Amerika’ya bir anda uçak bileti alarak ilk adımı attım. Laf olsun diye bir anda demiyorum gerçekten de öyle oldu. Bankanın yaptığı uçak bileti kampanyası ile Qatar Hava Yolları‘nın yaptığı kampanyanın birleştiğini fark edince 30 dakika düşünüp bileti aldım. Uçuş tarihine daha 6 ay var ama o süre göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve 60 gün sürecek gezime başladım. Bildiğim tek şey Sao Paulo’ya inip iki ay sonra Buenos Aires’den geri dönecek olmamdı. Başka hiçbir planım olmadan yola çıktım. Muhtemelen o bölgede 5 ülke gezer geri dönerim diyordum ama yol beni öyle yerlere götürdü ki, kapıldığım rüzgâr bana alttaki rotayı yaptırdı. Ve bunların hemen hemen hepsi kara yolculuğuydu. Sadece Uruguay’a geçişim feribot ile oldu bir de Bolivya’da başkente geçerken göstericiler yolu kapattığı için kara yoluyla geçemeyip mecburen uçak bileti aldım. Kara yoluyla geçmeyi elbet denedim ama başarılı olamayınca uçaktan başka bir alternatif kalmadı. Güney Amerika Rota Gezi uzun olacağı için yanıma alacağım eşyalarda çok önemliydi. Az değil, iki ay bunları sırtımda taşıyacaktım. Kesinlikle gereksiz şeyleri almamalı ya da sonradan keşke şunu da alsaydım dememeliydim. Bu sebeple çantayı yaparken düşündüğüm süre uçak bileti alırkenki düşündüğüm süreden daha uzundu (:  Velhasıl alttakileri 45 litrelik sırt çantama doldurarak yola koyuldum. Eşyalarım Bu gezide şimdiye kadar yaptığım gezilerin verdiği tecrübe ve birikimi çok iyi kullandım. Ne yaptın ki derseniz videoları izleyince anlayacaksınız. Diğer yandan normalde bu kadar çok video çekmiyordum. Ama önceki gezilerim için arkadaşlar hep fotoğraf çek, video çek, bizlerle paylaş diyordu. Ben de dedim madem öyle Brezilya’ya ilk indiğim andan itibaren kalacağım yere nasıl gidiyorum, yolları nasıl buluyorum,  hiç dilini bilmediğim bir ülkede ne yapıyorum görsünler diye video çekmeye başladım. Daha sonra videoyu facebook sayfamdan paylaşınca aşırı bir ilgi gördü. Madem bu kadar ilgi gördü o zaman devamını da çekeyim dedim ve kanımca hafif bir belgesel tadında toplamda 150 dakikalık video çektim. Bunları güzelce birleştirerek ve bunla da yetinmeyip yabancı arkadaşlar için de İngilizce altyazı ekleyerek gezi yazılarımın arasına serpiştirdim. Biliyorum İngilizcem iyi değil ama dilim döndüğü kadarıyla birazda sözlüklerin yardımıyla çeviriyi yaptım. Belki de birçok kişinin merak ettiği “kardeşim bu iki aylık gezinin toplam maliyeti nedir” sorusunun cevabını baştan vereyim. İstanbul’daki evimden çıkıp tam 60 gün boyunca 7 ülke gezip İstanbul’daki evime geri dönmemin bana toplam maliyeti 5.800 TL oldu. Bu paranın içinde uçak bileti(Banka kampanyası ile), tüm konaklamalar, yeme içme, müze girişleri, görülmesi gereken yerlere verilen giriş ücretleri, ülke ve şehirlerarasındaki geçişlerde yaptığım ulaşım ücretleri, gece gezmeleri, Türkiye’den çıkarken verilen 15 TL lik pul ücretine varana kadar yani A’dan Z’ye her şey var. Muhtemelen şuan birçoğunuz nasıl bu kadar ucuza çıkardın diyor olabilir. Videoları izleyince bu sorunun cevabını bulacaksınız, çünkü bazı şeyleri yazarak anlatmak daha zor oluyor. Vize İşlemleri Türk vatandaşları için Güney Amerika, belki de vizesiz seyahat edilebilecek en güzel coğrafya. Gittiğim 7 ülkeye de normal pasaport ile vizesiz girebiliyoruz. Konuşulan Diller İspanyolcanın hakimiyet sürdüğü bu bölgede sadece Brezilya’da portekizce konuşuluyor. Diğer 6 ülke de ise ispanyolca konuşuluyor. 7 Farklı ülkeye gittiğim için gezi yazılarımı da 7 başlık halinde topladım. Alttaki linkleri kronolojik sıraya göre koyup paylaştım. Brezilyadan başladığınızda gezimdeki son noktaya kadar karıştırmadan gidebilrsiniz. 1- Brezilya – Brazil2- Paraguay3- Bolivya – Bolivia4- Peru5- Şili – Chile6- Arjantin – Argentina7- Uruguay Kaynak: http://www.rotasizseyyah.com/guney-amerika-gezisi.html   İlgili Aramalar: GEZDİM GÖRDÜM Güney Amerika Gezisi Bu gezi notları 7 Güney Amerika Gezisini içermekte.. 1- Brezilya – Brazil 2- Paraguay 3- Bolivya – Bolivia 4- Peru 5- Şili – Chile 6- Arjan... Devamı » Hindistan İzlenimleri 18:43 romeo 3 Hindistan’ı hakkında bir “gezi yazısı” olarak tanımlanacak bir metin çıkaracak kadar gezemediğim için sadece bu ülkede geçirdiğim 6 günde gözüme takılanları ve bu sürede öğrendiklerimi paylaşacağım. Yani aşağıda Ganj’ı, Taj Mahal’i bulmayı beklemeyin. Her zamanki gibi iş nedeni ile 5 gün Pune’de bulunmam gerekti. Aslında bu zorunlu durum benim tam da istediğim şey. Gittiğim ülkelerde o en popüler, en turistik şehirlerini görmektense, sadece yerel insanların yaşadığı, o ülkeye ait gerçek yaşamı görebileceğim yerleri görmeyi tercih ederim. Özellikle Avrupa’da genelde küçük köylerde kalma şansım olduğu için gerçek İtalya’yı, gerçek Hollanda’yı, gerçek İsviçre’yi görebilme şansına kavuştuğuma inanıp kendimi avutuyorum. Hindistan’da da vakit darlığından da sadece sonuna 1 gün Mumbai ekleyebildim. Benim Hindistan’daki ilk 8 saatimi okumak yerine izlemek isterseniz, Outsourced adlı filmin ilk 8 dakikasını izleyebilirsiniz. Filmdeki ana karakter Amerika’dan Mumbai’ye geliyor ve daha içeri bölgelerdeki bir şehre iş için bir taksi ile gitmesi gerekiyor. O adam ne gördüyse, ne yaşadıysa aynısını bende gördüm bende yaşadım. Başlamışken filmin devamını da izleyin derim güzel bir filmdi. İlk İzlenimler Uçakta çok sayıda Hintli vardı ve hiçbirisi Pakistanlılar veya Araplar gibi uçakta kıyafet değiştirme ihtiyacı duymadı. Evinde sarıkla dolaşan İstanbul’da da rahat rahat sarıkla dolaşıyor. Adamların kendilerine güvenleri tam. Yolculuk yapan kesimin kıyafetleri kesinlikle kaliteli ve zevk sahibi gibi duruyor. Şöyle bir bakınca sadece ülkenin yüksek gelirli kesiminin seyahat ettiğini hissediyorsun. İnince ilk gözüme çarpan 5 başlık şunlar; Havaalanının gelen yolcu terminalindeki tüm yolcuların en çok %15′i Hintli. Avrupa dışında gittiğim ülkeler içinde en çok turist çeken yer, çok açık Hindistan. İnternette yazıldığı gibi Mumbai çiş kokmuyor. Yazılarda 40 milyon köri yiyen insanın, kanalizasyon altyapısı olmayan ve yıllık sıcaklık ortalaması 30 derece olan bir şehirde yaşaması durumunda oluşacak çiş kokusundan bahsediliyor. Yok öyle bir şey. Havaalanından çıktığın an üstüne 50 tane taksici atlıyor ve oradan hemen uzaklaşmanız lazım. Havaalanından sonra 5 saat kadar iç bölgelere yolculuk yaptım. Hemen dikkat çeken şeylerden biri çok sayıda insanın sokaklara işemesi. Otobanda en az 15 arabayı sağa çekilmiş, şoförünü de kenara işerken gördüm. Geri kalan 6 günde bundan farklı değildi. Adamların umumi tuvalet ihtiyaçları hat safhada. Benim bulunduğum bölgede dağların ve toprağın rengi çok farklıydı. Bazı tepeler siyaha çalan çok koyu gri renkteydi. O güne kadar gördüğüm en farklı renkte tepeleri görmüştüm. Uzun süre sadece etraftaki toprağın ve tepelerin rengine bakmıştım. İnsanlar Hindistan’da gördüğün en farklı şey nedir derseniz cevabı insanlarıdır. Çünkü herhalde gördüğüm en düşük ortalama yaşam standardını da burada gördüm, en mutlu görünen ve şikayet etmeyen insanları da. Zamanımın çoğunu geçirdiğim şehir olan Pune, eyaletin kültür başkenti olarak geçiyor ve büyük şehir statüsünde. Her gün 1,5 saatlik yolculukla ulaştığım fabrika yolunda ise kırsal kesimleri de arabadan görme şansım oldu. Kırsal ve kentsel bölgelerdeki yaşam standardı çok farklı. Daha iç bölgelerde özellikle tarım yapılan kırsalda çok çok daha farklı olduğunu okudum. Ama görmedim o nedenle bu yazıda yok. Yol kenarındaki saz/teneke evler İlk gün otelden çıktım ve amaçsızca bir yöne doğru yürümeye başladım. Sonuçta gördüğüm her şey benim için yeni ve çok farklıydı. Belirli bir hedefe doğru gitmem de gerekmediğinden tutturduğum yolda devam ettim. Bir süre sonra yol kenarındaki evler bitti. Nehire paralel devam eden yol sadece sazdan ve tenekeden yapılmış barakaların bölgesine geldi. Bende temelden etkisi olan ilk manzarayı burada gördüm. Bazı barakalar vardı ki sadece 2,5 metreye 2,5 metre sazdan çevrilmiş bir alan düşünün, kapısı yok, zemin de açılmış karton kutularla kaplı. Kapısı olmadığı için içeriyi görebiliyorum. İçeride 3 kişi oturuyor. Beyaz bir bezi beline dolamış üç kişi. Vücudun üst yarısı çıplak, biraz bez de kafalarına sarılmış. Evdeki insanlar dışındaki tek nesne bir köşede duran tek bir tabak. Baktım ve geçtim. Daha sonra yerel ev sahibimle oradan geçerken sorum üzerine bu barakalardaki insanlardan bahsetti. Bana anlattığı durum özetle şu; Bu insanlar bu barakalarda yaşıyor. Ömürleri boyunca da bu barakada yaşacaklar. Hiçbir mülkiyet hakları yok ve olmayacak. Hiç bir şeye sahip olamazlar. Yani sadece bir eve sahip olma değil hiçbir varlığa sahip olamazlar. Öyle olması gerekiyor. Anlatılan bu kadar basit ama ben doğal olarak bu durumu ilk seferde bu kadar kolayca kavrayamadım. Her anlattığı şeye karşılık bir sürü yeni soru sordum. Ve aldığım cevaplar hala benim kavrama kapasitemin çok ötesinde kaldı. Durum gerçekten enteresan. Bu adamların hayat şartları kelimenin tam anlamıyla değişemiyormuş. Çünkü ait olduğu sınıf gereği bir nesneye sahip olamıyorlarmış. 5 yıl sonra da o barakada oturuyor olacak, 25 yıl sonrada. Ve orada ölecek. Ömrü boyunca üzerindeki kıyafet dışında bir nesneye sahip olmayacak. Bu durum bu kişilerin tercihi de değil. Mensubu olduğu kastın, sınıfın durumu bu. Bu adamın bu durumu neden ve nasıl kabul ettiğini anlamaya çalıştım. Ama tam beceremedim. 3 gün sonra tekrar aynı yerden tek başıma geçerken aynı barakanın içine baktım. Aynı kişiler olduğunu tahmin ettiğim 3 kişi oturuyordu. Tabak da oradaydı. O an durumun gerçekliğini hissettim. Ve gerçekliğini hissedince çok daha garip geliyor. Biz hayatımız boyunca sürekli yaşam kalitemizi arttırmak üzere çalışmaya güdülenmişiz, hayata bakışımız ve beklentimiz bu yönde. Tam zıttı bir durumu ben okuyarak, dinleyerek daha önce anlamıştım ama hissetmemiştim. Gerçekliğini hissetmem için o barakayı ikinci kez görmem gerekiyormuş. Ve o ilk hissetme anını unutmam. O günden beri ara ara o barakayı düşünürüm. Üzerinden 2,5 yıl geçti ve o 3 kişi hala o barakada oturuyor olmalı. Bundan 10 yıl sonra da bir ara o 3 kişiyi düşüneceğim. Tabak olayı nedir bilmiyorum ama. Hindistan’dan önce görmüş olduğum en zor şartlarda yaşayan insanlar Pakistanlılardı. Kaldı ki Pakistan’daki şartlar Hindistan’a göre daha iyi. Ama Pakistan’da sokaktaki insanların yüzleri hep asık. Gülümseyen insan görmek zor. Ama burada yol kenarında boş boş dururken bile gülümseyen insanlar var. Hele sokakta biri ile konuşmaya başladığınızda mutlaka gülümseyerek cevap veriyor. Pakistan’da sana cevap veren sokaktaki insan sana garip bir bakış atarak yaklaşıyor oysa. Farklılığını hissediyorsun konuşurken. Burada ise farklı değilsin hissi hakim. En azından konuşurken. İnsanların kıyafetleri renkli. Erkekler dahi her renk kıyafeti giyebiliyor. Cart diye tabir ettiğimiz kırmızı, sarı, turuncu ve bilumum canlı renkte gömlek giymiş bıyıklı, sakallı erkekler görmek çok olağan. İnsanlara bakınca hepsi Hintli tipli ama tek biyolojik etnik kökenden söz etmek mümkün değil. Şahsi gözlemim, insanları fiziksel görünüşlerine göre kabaca 4 farklı grupta toplayabiliyorsun. Bir grup çok siyah. Diğerleri çok daha açık renkli. Hele bazıları nerede ise bizim kadar beyaza yakın. Bir grubun kafaları çok yuvarlak. Diğer hepsi ince uzun kafalı. Eee her millette var bu özellikler diyeceksiniz. Evet bizde de yuvarlak kafalı veya uzun kafalı insanlar var, yine açık tenli, koyu tenli insanlarda var ama asla bu şekilde gruplayamıyorsun. Çünkü burada tüm yuvarlak kafalı insanların diğer fiziksel özellikleri de çok bariz şekilde ortak. Hepsi aynı ten renginde, göz şekilleri aynı, saçları aynı. Tahminime göre bu insanlar farklı etnik kökenlerden geliyor ve bizden farklı olarak bu gruplar arasında evlilik yapılmıyor. Gen yapıları çok dağılmamış. Bizde ise gen havuzu çok karışmış. Mesela benim kendime göre yaptığım gruplandırmada 3. grup dışında asla ama asla kel insan olmuyor. Hepsi çim adam gibi. Bir Hintlinin saçı dökülüyorsa kafadan 3. gruba ait diyebilirsin ve bu adamın rengi asla siyah olamaz. J Hindistan’daki herkesin İngilizce konuştuğunu düşünüyoruz. Bu eğitimli herkes için aşağı yukarı doğru ama birçok taksicinin tek kelime konuşamadığına şahit oldum. Airport kelimesini bile anlamayan taksiciler var. İnanış, Tanrılar ve Ganesh Bu insanların inanışlarına da saygısızlık yapmamaya çalışarak konu ile ilgili gözlemlerimi anlatmaya çalışayım. Yoksa buradan çok malzeme çıkardı… Tabelalardaki Ganesh Herkesin bildiği gibi Hinduizm çok tanrılı bir inanış sistemi. Bölge bölge de belirli tanrılar daha popüler. Pune ve çevre illerde ise Ganesh en sevilen tanrı. Ganesh’i figür olarak gelmeden tanıyordum ama bu kadar popüler olacağını hiç tahmin etmemiştim. Kelimenin tam anlamıyla “Ganesh her yerde”. Sokakta her köşe başında bir Ganesh tapınağı yapılmış. Otobüs durağı gibi 4 direk dikip üstüne bir çatı koyup içine bir Ganesh’i oturtmuşlar. Kepenkleri kapatılmış bir sürü stant benzeri dükkanlar dizisi içinde bir tanesinin kepenkleri açık ve içinde bir Ganesh oturuyor. Hatta bazı yerlerde bizim köy evlerindeki odunlu ekmek fırınına benzer küçük kubbelerin içine Ganeshleri yerleştirmişler. Yetmemiş, hemen her dükkanın tabelasınında bereket için bir Ganesh resmi var. Tüm taksilerde orta konsolun ortasında ya heykeli ya da kartpostalı mevcut. Her gün işe gidip gelirken fark ettim ki her fabrikanın bahçesinde bir tapınak ve içinde bir Ganesh var. Çalıştığım fabrika içerisinde ise gözlemlerime göre nerede ise bilgisayarların yarısının masaüstü duvar kağıdı Ganeshli. Yine birçok cep telefonunun arka fonunda Ganesh resmi var. Eğer telefon masaüstü olacak kadar teknolojik değilse arkasına bir Ganesh çıkartması yapıştırılmış. Ben de merak ettim kimdir bu Ganesh diye. Okuyunca gördüm ki Ganesh şunun tanrısı, Ganesh bunun tanrısı diye listelenmiş ama o liste bitmiyor. Elim değmişken başka tanrılara da baktım. Bu liste onlar için de çok farklı değil. Aynı özellik hemen her tanrıda var. Hepsi şans tanrısı. Hepsi bereket tanrısı. Zaten bu Hinduizm meselesi 2 paragrafta anlatılabilecek bir şey değil. Konumuza dönecek olursak Ganesh şans, bereket, engelleri kaldırma, zenginlik, güzel başlangıçlar gibi konulardan sorumlu. Fil başlı ve 4 kollu olarak tasvir edilmiş. Hikayesi şöyle; Shiva’nın karısı bir gün banyo yapacak olmuş. (Ben bugüne kadar Shiva’yı hep dişi olarak düşünmüştüm. İlk şoku burada yaşadım) Banyo yaparken kendisine muhafızlık edecek kimseyi bulamamış ve bir şekilde sabundan veya hamurdan bir çocuk yapmış. Sonra da ona can vermiş. Ve Ganesh resmen doğmuş olmuş. Ganesh’e burada bekle, etrafa bakarak ol, ben içeride banyo yaparken kimse gelip beni dikizlemesin demiş. Garibim Ganesh de kapıda saf saf beklerken Shiva gelmiş ve görev bilincindeki Ganesh Shiva’yı içeri bırakmamış. Sinirlenen Shiva, hiddetle Ganesh’in kafasını uçurmuş ve içeri girmiş. Daha sonra bir öğrenmiş ki onu karısı yaratmış. Yani bir nevi kendi oğlu. Tekrar canlandırmak istemiş ama nasıl bir hiddetle kestiyse artık kafasını bulamamış. Brahma’ya gitmişler ve o da kuzeye doğru gidin, bulduğunuz ilk canlının kafasını kesip getirin ve çocuğa takın demiş. İş bu ya, kuzeye giderken karşılarına ilk bir fil çıkmış. Ve fil kafalı Ganesh ortaya çıkmış. Otellerde ülkedeki yaygın inanışın kutsal kitaplarını bulmaya alışığım. Ama burada başucumdaki çekmecede Hinduizmin kutsal kitaplarından birini bulmayı hiç beklememiştim. Elime geçen bu konudaki ilk kitap olduğu için bir gece 2 saat kadar okuduğumu hatırlıyorum. Yine saygısızlık olmasın ama bana karakterlerini tanımadığım ve karışık bir olayı anlatan bir diziyi, 3. sezonunun 14. bölümünden itibaren izlemeye başlamışım hissi verdi. Her gün fabrikaya giderken kullandığım yolda devasa bir Ganesh heykelinin önünden geçtim. Bu heykel, aynı anda Pune-Mumbai arasındaki karayolundan, otobandan ve demiryolundan görünen bir tepe üzerine dikilmiş. Ve 22 metrelik boyu ile dünyadaki en büyük Ganesh heykeliymiş. Yiyecek yemek bulamayan bu insanlar bu devasa heykeller için çok rahat kaynak buluyor gibi duruyorlar. Yemek Şimdiye kadar gittiğim yerler içinde en az yerel yemek yediğim yer Hindistan oldu. Sebebi de fabrikadaki yemeklerdir. Fabrikadaki ilk günüm ve ilk öğle yemeği. Ev sahibim beni yemekhaneye götürdü. Keskin bir koku karşıladı içeri girince. Bu kokunun çok daha kötüsüne Singapur’daki yemekhaneden alışığım. Singapur’da aynı yemekhanede 4 farklı tip yemek çıkıyor. Çinliler için Çin yemeği, Hintliler için Hint yemeği, Müslümanlar için helal yemek, bunları yiyemeyen ve hala kokuya rağmen iştahı olan Avrupalılar için batılı yemeği. Çin ve Hint yemeklerinin karışan kokusu bir numaralı diyet reçetesi aslında. Haaa bu arada “Aaa ben Çin yemeğini çok severim amaaaa. Hint yemekleri de pek lezizdir kiiii” diyecekseniz bi zahmet Nişantaşı’ndaki restoranlardan çıkıp bu taraflara gelin, bir Çin’de yiyin bir de burada. Sonra konuşalım. Biz tepsimizi aldık ve sıraya girdik. Diğer ülkelerdeki fabrikalarda olduğu gibi çok fazla seçenek sunulan bir menüleri yoktu. Bir tabak pilav koyuldu tepsime. Yanına da 2 tane lavaş benzeri ekmek. Sunulan tek seçenek küçük çerez kabı gibi kaplar içerisinde yemek olduğunu sandığım bulamaçlardan, yeşilimtırak sarı olanı mı yoksa turuncu olanı mı istediğin. İlk gün yeşilimtırak sarı olanı aldım. O kaptan çatalla yemeği düşünürken gördüm ki o bir yemek değilmiş sosmuş. Masadaki herkes küçük kaptaki bulamacı pilavın üstüne döktü. Daha sonra elleri ile pilavı ve bulamacı karıştırıp daha katı hamur kıvamında bir şey elde ettiler. Sıra yemeğe gelmişti. Tabaklarındaki karışımdan parmakları ile küçük toplar yaptılar ve ağızlarına atmaya başladılar. Parmaklarından akan yemek suları tabağa aksın diye sağ elleri hep tabağın üzerinde duruyor. Ben de çatalımla tabağımdan soslu pilavı yiyordum. Tadı güzel değildi. O akşam nedense Hint yemeği yemek istemedim. Tofulu bir uzak doğu yemeği yedim. İkinci gün öğlen yine yemekhaneye gittik. Yine sadece pilav ve aynı renklerde iki küçük sos kabı vardı. Bugün turuncu olan sostan aldım. Tadı daha iyi değildi. O akşam da nedense canım Hint yemeği çekmedi. Makarna gibi bir şey yedim. Üçüncü gün yemekhanede gördüm ki yine sadece pilav ve iki küçük sos kabı var. Dayanamadım sordum. “3 gündür aynı yemek var. Hep böyle midir yoksa bana mı denk geldi?” dedim. Cevap “Evet, yemek hep budur ama bu güzel bir yemek” oldu. Tamam güzel ama neden değiştirmiyorsunuz diye sorunca yine anlamakta zorlandığım bir cevap geldi. “Bu zaten güzel bir yemek. Güzel olan yemeği neden değiştirelim?”. Cevabı yemeği değiştirerek vermek istedim. Ve ben 3. gün, o yemekhanede bir devrim yaptım. İki sos kabını da aldım. Ve iki sosu karıştırdım. Açık turuncu sosumla pilavımın tadına vardım. Masadaki herkes şaşkınlıkla bana baktı. Tadı hala ama hala güzel değildi L O yemekhanede halen iki sosu karıştıran soluk benizlinin efsanesi anlatılıyormuş diyorlar. Hintliler kahvaltıda genelde bir tür kuru fasulye yemeği yiyorlar. Diğer öğünler ise pilav ağırlıklı olmakla birlikte çeşitli sebze yemekleri oluyor. Vejetaryenlik sanıldığı gibi çok yaygın ama seviyeleri var. Bir kısım hiçbir hayvansal ürün tüketmiyor. Buna süt, süt ürünleri ve yumurta dahil. Bir kısım hayvansal ürünleri tüketiyor ama et yemiyor. Bir kısım ise sığır eti dışında et de yiyor. Sığır eti yiyenler de var dediler çok çok çok nadirmiş. Benim çevremdekiler arada tavuk eti de yiyoruz ama çok tercih etmiyoruz dediler. Taze hindistancevizi suyu Meyveler ise çok bol. Pakistan’la Hindistan sürekli mangoları konusunda yarışıyorlar. İki ülkede de televizyonlarda kaç kere Pakistan mangosu mu iyidir Hindistan mangosu mu iyidir tartışması izledim. Ama benim tercihim kesin olarak Pakistan mangosudur. Taze sıkılmış mango suyu da en sevdiğim içecektir. Yine sokaklarda çok sayıda taze Hindistan cevizi suyu satan arabalar görebilirsiniz. İçmek istediğinizde yeşil kocaman bir hindistancevizinin kafasını satır ile uçurup içine bir tane kamış koyup size veriyorlar. Taze Hindistan cevizi suyunun tadı kuru olanı kadar güçlü değil. Yani beklediğim kadar yoğun bir zephyr bulamadım ama yine de içmesi güzel. En güzeli ise şeker kamışı suyu. Bunu Suudi Arabistan’da da denedim. Yine seyyar arabalardan taze sıkılmış şeker kamışı suyu alıp içebiliyorsunuz. Taze sıkılmış dediğim gerçekten taze, gözünüzün önünde sıkıyorlar. Bunu izlemek ayrı bir zevk. Arabanın altında 1,5 metrelik bir sürü şeker kamışı var. Bir bardak istediğinizde 6-7 tanesini çekip alıyor. Kamışı parçalayan dişli çarklar arasında geçiriyor. Altındaki kaba suyu çıkarken ezilmiş kamışta dişlinin sonundan atılıyor. Bu gerçekten tatlı bir içecek. Biraz metalik tat var. Bu tat benden önce bir kaç yüz Hintliyle aynı bardağı kullanmamdan mı geliyor yoksa içeceğin kendisinden mi bilmiyorum. Bu arabalarda 4 veya 5 tane plastik bardak oluyor ve herkes aynı bardaktan içiyor. Her halinden o bardağın yüzlerce kez kullanıldığını anlıyorsunuz. Tek kullanımlık tasarlanmış bu bardaklar burada asla bir kere kullanılıp atılmıyor. Taze şeker kamışı suyu Yine tanıdık bir şeyler yeme ihtiyacı hissettiğim bir akşam 8 km kadar yürüyüp internetten bulduğum Pizza Hut’a gittim. Sonunda tanıdık bir şeyler yiyecek olmak beni keyiflendirmişti. Ama menüdeki pizza çeşitleri pek tanıdık değildi; Vegi Deluxe, Vegi Supreme, Fruitty Pizza, Ananas paradise, vb arasından birini seçtim. Gelelim Paan konusuna. Pakistan anılarımda yemek zorunda kaldığım paanı anlatırken biraz bahsetmiştim. Paan, bir ağacın yaprağı içine sarılmış bir sürü farklı ot, çöp, baharat, reçel meçelin bohça haline getirilmiş hali. Ağzında yok olana kadar çiğniyorsun. Amaç nefesi temizlemek, hazmı kolaylaştırmak diyorlar. Bazen de bu bohçanın içine tütün veya kafa yapıcı otlar da konuluyormuş. Paan tükürülmüş tuvarlar Paan çiğnendiğinde, özellikle içinde tütün varsa ağzınızı kırmızı bir renge boyuyor. Ve tütünlü karışımı yutamadığınız için bir aşamadan sonra tükürmeniz gerekiyor. İşte bu noktada paan şehir hayatına damgasını vuruyor. Kaldırımlarda sürekli kırmızı lekeler görüyorsunuz. Anlıyorsunuz ki biri paan çiğneyip oraya tükürmüş. O kadar ki bazı kaldırımlar tamamen kıpkırmızı. Trafikte giderken önünüzdeki arabanın kapısı açılabiliyor ve bir kafa aşağı sarkıp kan kırmızı bir şey kusabiliyor. Anlıyorsunuz ki çiğnediği paanı boşaltıyor. Ya da alt geçide giren veya çıkan insanlar yandaki duvara tükürerek geçiyor. Bu duvara tükürerek geçenler yüzünden aşağıdaki fotoğraftaki gibi tükürükle kırmızıya boyanmış duvarlar oluşuyor ve bu duvarlar inanın her yerde. Ben özellikle seçip fotoğraflamadım. Bir akşam karanlığında bulabildiğim tek rikşanın (buralara özgü triportör kılıklı taksi) şoförü paan ile kafayı bulmak üzereydi. Ağzında paramparça yapraklar olan ve konuşmaya çalıştıkça çenesinden kırmızı sular akan bu amca ile yaptığım gideceğim yeri biliyor musun testini hiç unutmam. Şehir Şehirleri hakkında en kolay söylenebilecek sıfat bakımsız olacaktır. Çünkü bakıyorsun her şey yapılmış. Kaldırımlar güzel yapılmış. Yollar güzel yapılmış. Binalar ilk yapıldığında güzelmiş. Ama öyle bir hal var ki yapıldıktan sonra bir daha kimse elini sürmemiş sanki oralara. Her şey kırık dökük ve çok kirli görünüyor. Sokak Manzaraları Pune’de ana caddeler dahil olmak üzere hemen hemen tüm kaldırımlar çiş kokuyordu. Birçok yerde de aynı gün yapılmış ıslak çişleri kaldırım üzerinde görebiliyorsun. Bu kadar çok insanın yol kenarında tuvalet ihtiyacını gidermesi beni şaşırttı. Yine Pune’de ana caddelerde bile sokak aydınlatması yok. Bunun ne demek olduğunu ilk burada anladım. Yoğun araç trafiği olan bir caddede bile aydınlatma olmadan ortamın ne kadar karanlık olabileceğini inanın hayal edemiyoruz. Öyle ki farlar sadece gözünüzü alıyor ve elinizdeki haritayı bile ancak cep telefonun ışığı ile okuyabiliyorsunuz. Gezilecek görülecek yerleri araştırırken tesadüfen fark ettim ki hep adresler MG Road üzerinde. Nedir bu MG Road derken öğrendim ki Mahatma Gandhi’nin kısaltmasıymış. Bizde nasıl her şehirde bir Atatürk Mahallesi, Atatürk Caddesi var, burada da her şehirde bir MG Road var. Hatta Güney Afrika’da Durban’da, Hintlilerin yoğun yaşadığı bir mahallede bile MG Road vardı. Sokaklarda ara ara çöplükler var. Çöplüklerde genelde bir sürü yavru domuz bir şeyler yiyor veya etrafı dağıtıyor oluyor. Küçük domuzcukları ilk önce köpek yavrusu sandım. O kadar çoklar ve her yerdeler ki buranın baskın sokak hayvanları bu domuzcuklar diyebilirim. Kurutma makinesi Şehirde en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de çamaşırlar. Her gün yaptığım yolculuğun en az 45 dakikası bir akarsuyla paraleldi. Ve bu yolculuk sırasında gördüğüm şey, her 100 metrede bir nehirde çamaşır yıkayan birileri, ve yine nehir etrafındaki tüm taşlarda, çalılarda kurutulan çamaşırlar. Her baktığınız yerde taşlara serilmiş çamaşırları görüyorsunuz. Şehir dev bir çamaşır kurutma sahası gibi. Şehirde nereye gitsem, neye elimi atsam “Bir Tata girişimcilik firmasıdır / ürünüdür” logosu görüyorum. Alışveriş merkezinden, şişe suya kadar, Pizza Hut’tan, Adidas’a kadar her şey Tata’ya ait. Buraya gelmeden sadece Tata otomobilleri bilirdim. Meğer adamlar Hindistan’ı baştan aşağı sarmışlar. Tabi yollardaki arabaların da üçte ikisi Tata. Başka dikkatimi çeken bir konuda berber sayısı. Her 5 dükkandan biri berber dükkanı. O kadar çoklar ki bir cadde üzerinde 20 tane berber dükkanı görebiliyorsunuz. Kırsal kesimde dahi yol kenarında teneke barakalarda berber dükkanları üçer beşer sıralanmış. Bu insanların saçlarına bu kadar düşkün olması ilginç. Özellikle şehir merkezinin biraz dışına çıkınca dükkanlar hep teneke barakalara veya küçük konteynerlere dönüşüyor. Bizdeki büfe boyunda her çeşit müstakil dükkanı görebiliyorsunuz. Bunların yarısı zaten bakkal ve berber. Hadi bunlar o boyutlara sığan dükkan konseptleri. Ama 5 metre kareye sığmış züccaciye, hububatçı, mobilyacı bile görebiliyorsunuz. Trafik Soldan akan trafik tam bir keşmekeş. Şehrin ana merkezinde biraz daha düzenli. Şeritlere riayet ediliyor. Tabi şerit dediğim aynı yöndeki akan şeritler değil. Sadece kimse karşı yöne ait şeride girip orada gitmiyor. Trafik ışıkları var ve uyuluyor. Ama kırsala çıktığınızda yollar genelde tek şerit ve toprak patikadan biraz hallice. Horn Please Trafikte ilk dikkat çeken şey tüm araçların arka tamponunda “Blow Horn” yazması. Yani bir şey diyeceksen kornaya bas diyor. Beni geçeceksen korna çal, bana dur diyeceksen korna çal, önünü tıkıyorsam korna çal. “Sen çal ben nedenini anlarım” durumu var. Trafikte sürekli korna çalınıyor. Çünkü bu adamlar asla sinyal vermiyorlar. Aynalar zaten daha ilk günden sökülüyor veya sürekli kapalı. Çünkü trafikte herkes birbirine o kadar yakın gidiyor ki aynaların sağlam kalması mümkün değil. Ülkede İngilizlerden kalma çok geniş bir demiryolu ağı var. Her sabah bir tren istasyonunun yanından geçiyorduk ve bir sabah trenin durakta durmasından birkaç dakika sonra oradan geçme şansımız oldu. Trenden inen binlerce kişinin bize doğru gelişini şaşırarak izledim. Maillerde dolaşan bir tren fotosu var ya hani 150 bin kişi bir trene binmiş. O gerçek sanırım. Hep duyduğumuz “Hindistan’da yola bir inek oturdu mu kimse kaldırmaz, tüm trafik onu gerekirse saatlerce bekler” hikayeleri gerçekten hikayeymiş. Bir kere şehir merkezinde öyle başıboş gezen inek görmedim. Biraz dışarı çıkınca ise gerçekten kendi bağımsızlığını ilan etmiş koca koca sığırlar, öküzler mevcut. Bir keresinde yolun ortasından geçerken durdu bu arkadaşlar. Öndeki arabaların şoförleri bu arkadaşları bayağı bayağı yoldan kaldırıp kenara çektiler. Haa bunu tekmeleye tekmeleye, ite kaka yapmadılar da saygılı bir şekilde arkasına ufak şaplaklar atarak yaptılar, ama çektiler. Kutsal hayvandır, rahatsız etmeyelim, bekleyelim durumu olmadı. Büyük şehirlerde kalmamış o eski adetler. Sudi Arabistan’da da dikkatimi çeken, arabaların çıkartmalarını, barkodlarını sökmeme adeti burada da var. Yeni arabaları taşıyan tırlarda görüyorsunuzdur belki, yeni arabaların ön camlarında kocaman barkod olur ya, hah onu sökmüyorlar işte. Öyle bir hafta bir ay değil, hep duruyor. Ben güneşten sapsarı olmuş çıkartmalara sahip bir sürü 15 yaşında araba gördüm. Mumbai’deki rikşalar Burada şehir içi ulaşımınızı Rikşa denilen triportörlerle veya siyah taksilerle yapabilirsiniz. Siyah taksiler daha çok Mumbai gibi büyük şehirlerde var. Pune’de hep rikşaları kullandım. Her ne kadar hepsinde taksimetre olsa da daha kullananını görmedim. Yapmanız gereken binerken şoför ile pazarlık yapmak. Her şey pazarlığa tabi ama pazarlığı çok uzatmadan kaç lira için uğraştığınızı düşünmenizde fayda var. Ben genelde gideceğim yere yürüyerek gidip gücüm bittiğinde bir araçla otele dönmeyi tercih ediyorum. İlk gün bu şekilde 15 km kadar yürüdüm. Dönüşte bir rikşa ya oteli tarif ettim. Ne kadara gidersin dedim. 50 rupi ye giderim abi dedi. Bugünkü değeri ile 1.8 liraya tekabül ediyor. Yani şimdi bunun neyinin pazarlığını yapacaksınız ki? Ertesi gün daha yakın bir mesafeden dönmek istediğimde şoför 100 rupi dediğinde kastım 40′a indirdim. Göz göre göre de kazıklanmayı kabul edemiyor insan. Taksiciler bu tip pazarlıklarda biraz düzenbaz. Buna hazırlıklı olun. Bindiğim 10 taksinin 8′i yolun ortasında fiyatı değiştirmeye kalktı. Giderken birden orası çok uzakmış 50′ye olmaz 80 isterim diyor. Yapmanız gereken sertçe “Tamam dur o zaman inecem” demek. Bakıyor inmeye kararlısın “70 olsun be abi” diyor. Sen yine “Durrrr inecemmmm” diyince anlaştığın paraya gidiyorsun. Hadi bu da zararsız. Zararlı olan durum şu. Binmeden gideceğiniz yeri bilip bilmediğine emin olun. Hiçbir şoför sorduğunuz yeri bilmiyorum demiyor. Zorlamazsanız fiyat ta vermiyor. Genel yaklaşım “Abi sen hele bir bin, yola çıkalım sonra hallederiz” yaklaşımı. Birkaç kere şoförün evet orayı biliyorum derken ki donuk ifadesinden şüphelendim. Sınav yaptım. Ortaya çıktı ki nereden bahsettiğim hakkında en ufak fikri bile yok. Aman buna dikkat edin sonra başınız ağrır. Rikşalar yanları açık, sevimli araçlar. Şehri keşfetmek için platonic bir araç. Bir kere havadar. Nefes alabiliyorsunuz. Ancak trafik sıkıştığında veya ışıklarda durduğunda dilenci ve çocukların açık hedefi haline geliyorsunuz. Çantanız, kameranız elinizde olsun. Sakın yanınızdaki koltuğa, ayaklarınızın yanına koymayın. Her ışıkta etrafım çocuklarla, dilencilerle doldu. Birçoğunun eli içeri uzanıyor. Kolunu bacağını tutuyor. Hindistan – Pakistan İlişkileri Pakistan anılarımda bu iki ülke arasındaki ilişkilere değinmiştim. Lahor’da izlediğim Hindistan-Pakistan sınır kapanış törenlerini anlatmıştım. Pakistan’da birçok arkadaşım bana Hindistan hakkında bir sürü politik nutuk çekmişti. Hepsi benim Pakistan’dan ayrıldıktan 3 ay sonra Hindistan’a gideceğimi biliyorlardı. Ve bana senin için çok zor olacak, Hindistan hiç güzel bir yer değil, orada neler göreceksin kimbilir, yazık sana gibi ön telkinlerde bulunmuşlardı. Tabi bu arada hiç birisi hayatında Hindistan’a da gitmemiş. Benim Hindistan seyahatim gayet güzel giderken, bir iş toplantısının ortasında Pakistan’dan bir arkadaşım arayıp sorular sormaya başladı. “Orası nasıl? Pakistan mı güzel Hindistan mı? İnsanları kötü mü? Vs vs”. Lafı geveleyip telefonu kapattım. Dikkatimi çeken esas konu, Pakistanlılar Hintlileri bu kadar takmış ve günlük sohbetlerinin büyük bir kısmını bu adamlara ayırmışken, Hintliler daha 3 ay önce gittiğim Pakistan hakkında tek bir soru sormadılar, yorum yapmadılar. Mumbai Mumbai’de sadece bir gün geçirdim ve hiçbir turistik mekana gitmedim. Mumbai’de yapmanız gereken 15 şey, görmeniz gereken 10 yer listeleri hala ellenmemiş duruyor. Sabah elimde kameramla çıkıp şehrin en dip, en sefil gece kondu mahallesine gittim. Tüm günüm orada geçti. Akşam kısa bir dinlenmeden sonra sahile inip Hint Okyanusu’nda güneşi batırdım. Bu güneşi ilk batırdığım okyanus oldu. 2 yıl sonra San Diego’dan Pasifik’te yok olan güneşi izledim. Ondan 10 ay sonra Cape Town’da da Atlantik’de batırdım. Çok az yer görmem nedeni ile aşağıda anlatacaklarım Mumbai şehrinden çok benim zamanımı geçirdiğim bölgedeki yaşam hakkında olacak. Gezdiğim yer, ziyaretimden sonra yayınlanan Slum Dog Millionare filminin seti ile hemen hemen aynı görünümde. Sokaklarda kanalizasyon açık olarak akıyor. Yani sokağın bir yanı kazılmış ve evlerden çıkan her türlü atık ve sular sokaklardan akarak en yakın dereye gidiyor. Evler genelde teneke barakalar gibi. Ama adamlar teneke barakalardan saraylar yapmışlar. 6 metre karelik teneke barakanın üstüne zamanla 2. katı çıkmış. Yetmemiş 3. katı çıkmış. Sonra da üstüne teras yapmış. Yan komşuları da aynı şeyi yapınca en üst kat dışındaki odalarda ne pencere kalmış ne ışıklık. Sokaklarda yürürken en rahatsız eden şey etraftaki herkesin dönüp bana bakmasıydı. Öyle ki kalabalık bir sokakta yürürken aynı anda 30 kafanın beni takip ettiğini görüyordum. Ben dönüp onlara bakınca ve göz göze gelince kafalarını da çevirmiyorlar. Kalabalıkta dikkat çekmeyi de hiç sevmiyorum, ne fotoğraf çekebiliyorum ne ilgimi çeken bir şeyi durup izliyorum. Bir ara kendi kendime söz verdim. Türkiye’de bir Hintli görürsem karşısına geçip gözlerimi dikip izleyecem, ki ne demekmiş anlasınlar. Sokak aralarında birçok yerde ateş yakılmıştı ve o ateşte yemek pişiriliyordu. İnsanlar buldukları her yere ev yapmışlar. Bunu aşağıdaki fotoğraf üzerinde anlatayım. Üstgeçit altı mahalle Bu fotoğrafı bir üst geçitten çektim. Tam karşımızdaki kısım üst geçide çıkan merdivenin altı. Hemen o merdivenin altını değerlendirip yerleşmişler. Bir merdiven altına kaç hane yerleşebilir dersiniz? Sayalım. 1,2,3,4,5,6. Evet altı tane aile yaşıyor burada. Bu üst geçit evler arasından akan kanalizasyonun birleştiği derenin üzerinden geçiyor. Aynı bölgenin daha yakın bir fotoğrafına bakalım. Detaylar için fotoğrafa tıklayıp büyütmek isteyebilirsiniz. Ortadaki çöplerin bulunduğu kısım kanalizasyon gölü. Ve o gölün üzerinde yüzen çöpleri görüyorsunuz. Tam karşıda iki komşu kadın oturup göl manzarasında sohbet ediyorlar. Dikkatli olmaları lazım çünkü eğer evden çıkıp 3 adım atarlarsa kanalizasyon havuzunda bulabilirler kendilerini. Yanlarında da birinin çocuğu takılıyor. Sol altta başka bir ev var ve evin çocuğu ve keçisi arka bahçelerinde oynuyor. Annesi çamaşır yıkamış ve asmış. Etrafta yemek yedikleri tabakları görebilirsiniz. Bir de lahana gözümüze çarpıyor. Sanırım akşam yemekte lahana var. Sağ altta, kerestelerin üzerine bir branda çekilerek yapılmış evin çocuğunun kafası da görünüyor. O da gölün karşı tarafında oynuyor. Kanalizasyonun kokusuna değinmiyorum. Bu resimdeki 5 kişi bu kokuya alışmış olmalılar ki hiç rahatsızlık duyuyor gibi değillerdi. Şehrin Şarkısı Garry Schyman – Praan Gideceklere Tavsiyeler Taksiye binmeden pazarlık edin. Bu yetmez şoförün gideceği yeri bilip bilmediğini sınayın. Işıklarda durunca eşyalarınıza sahip olun. Sokaktan taze sıkılmış meyve sularından için. Herkes sakın sokaktan bir şey yeme içme diyecek ama ben yaptım. Hoşuma gitti. Bir şey de olmadı. Yolculuk öncesi kendinizi zihinsel olarak farklılığa hazırlayın. Farklı bir yere gittiğinizi, yemek ve hijyen standartlarının farklı olduğunu kendinize kabul ettirin. Biraz açık fikirli biraz maceracı olun. Her şeye “aaaa ne pis” dediğiniz sürece ortamdan zevk almanız imkansız. Hindistan gezisinden diğer fotoğraflar için:  https://picasaweb.google.com/105352833686318819568/Hindistan Kaynak: http://kamilingezileri.wordpress.com/2011/11/09/hindistan-izlenimleri/ GEZDİM GÖRDÜM Hindistan İzlenimleri Hindistan’ı hakkında bir “gezi yazısı” olarak tanımlanacak bir metin çıkaracak kadar gezemediğim için sadece bu ülkede geçirdiğim 6 gü... Devamı » Ukraynayla ilgili herşey bu yazıda 18:39 romeo 8 Ukrayna İzlenimleri Kiev’de gün batımı Bakın peşin peşin söylüyorum. Eğer bu yazıyı okuyunca gaza gelerek Ukrayna’ya gidip, yoldan çıkıp, saçma sapan şeyler yapıp bizi rezil edecekseniz ya da kendinizde bunları yapma potansiyeli görüyorsanız, hemen bu pencereyi kapatın. Ben sebep olmak istemiyorum. Gezi yazıları dizimizde geldik Ukrayna’ya. Son 3 yılda 3 kere ziyaret ettiğim, hem yazını, hem dondurucu soğuğunu gördüğüm, hakkında anlatılanların genelde doğru, bazen de yetersiz kaldığını düşündüğüm sorunlu ülke Ukrayna’ya. Sorunlu kısmı tamamen benim işlerimle ilgili. Çünkü ilk seyahatim dışında hep sorun yumağı içinde kaybolmuş, gergin insanlara yardım etme amaçlı gittim. Ukraynalı arkadaşlarım bu sorunlar yüzünden o kadar çok söyleniyorlardı ki hep bir “ayakların geri gitme durumu” oldu. Hatta bazen kapıda beni odunla beklediklerini bile düşündüm. Ama her ziyaretimde beklentimin aksine kollarını açmış dost insanlar buldum. Sonuçta hepsi sorunun kaynağının kendileri olduğunu da bilecek kadar kendilerini tanıyan tatlı insanlar.  Kiev Panoraması İlk İzlenimler Öncelikle tüm seyahatlerim içinde ilk saatlerimin Ukrayna kadar renkli olduğu bir ülke yok. Renkli olan kısım için bu bölümün sonuna kadar sabretmelisiniz. İlk yolculuğumu 2009 yılının Temmuz ayında Kiev’e yaptım. Borispol Havalimanı Türkiye’de, günde sadece birkaç uçuşu olan küçük bir şehrin havaalanından biraz hallice ve o zamana kadar gördüğüm en küçük, en döküntü havaalanıydı. Kendi uçağımız dışında pistte, apronda bulunan diğer uçaklara bakınca “Havacılık müzesine mi indik yoksa?” dediğimi hatırlıyorum. Pasaport kontrolünü geçtim, ilk defa Kiril alfabesi kullanılan bir ülkedeyim ve etrafımdaki her yazıya bakıp çözmeye çalışıyorum. Etrafta İngilizce konuşan insanda pek yok. Bir ara kendimi dilsiz gibi hissettim. Derken gelecekte bir Ukrayna geleneği olacak olan “Havaalanından alınmayı unutulma” senaryosunun ilk perdesi gerçekleşti. Kendi fabrikasını doğru düzgün yönetemeyen insanlar nasıl misafirini alacak arabayı düzgünce ayarlasın ki? Bu unutulma olayı hiç sektirmeden her ziyaretimde tekrarlanarak ülkede gördüğüm en kararlı ve tutarlı davranış oldu. Neyse 1.5 saat kadar havaalanının gelen yolcu terminalinde beklemek zorunda kaldım. Bu bekleme benim için pek bir hayırlı oldu çünkü sıkıntıdan inen uçakların gösterildiği ekrandaki şehir isimlerini okumaya başladım. 5 saniye Latin, 5 saniye Kiril harfleriyle gösterilen şehir isimlerini izlerken hangi ses hangi harfe tekabül ediyor kısmını ezberledim. Daha sonraki üç Rusya ve üç Ukrayna seyahatimde o kadar rahat ettim ki, bence sizde 15 dakika ayırıp şu harfleri ezberleyin. Hayat, bu ülkelerde hiçbir şeyi okumadan pek kolay olmuyor. Çok kısa bir süre sonra Rusça yazıları en az Türkçe kadar hızlı okuyabilir unimpaired geliyorsunuz. Eğer yazıyı okuyabilirseniz her kelimesini bilmeseniz bile ne demek istediğini genelde anlayabiliyorsunuz. Bu bir buçuk saatte dikkatimi çeken ilk şey yolcu karşılayan herkesin elinde bir buket çiçek olması. Küçücük terminal binası içinde 4-5 tane çiçekçi dükkanı da tesadüf değil herhalde. Şehir içinde de çok sık çiçekçi görüyorsunuz. Rusya da buraya yakın oranda çiçekçi barındırıyor. Belli ki bu insanlar çok çiçek seviyorlar. Femen Gelelim o renkli ilk saatlere. Pazar günü öğlen saatleri, uçağım Kiev’e ineli daha ancak 3 saat olmuş. Fotoğraf makinemle otelden dışarı çıkmam ise en çok 20 dakika önce. Etrafıma, bambaşka bir mimari tarza sahip binalara bakıyorum, fotoğraf çekiyorum. Kiev’in en önemli meydanı olan Nezalejnasti’deyim. Derken 15 kadar yirmi yaş altı kız geldi, birden soyunmaya başladılar. Üzerlerindeki her şeyi çıkarıp önümde yere yattılar. Bismillah, daha sokağa çıkalı yarım saat olmamış. Tabi bir şaşkınlık oldu. Beni karşılamak için mi gelmiş bu arkadaşlar diye düşündüm önce. Sonra baktım benim şerefime yapılan bir etkinlik değil. Acaba her Pazar yapılan geleneksel bir etkinlik mi diye düşünürken yavaş yavaş etraftan bir sürü erkek toplandı ve meraklı meraklı fotoğraf çekmeye başlayınca bende oradan uzaklaştım. Meğer Ukrayna’da Femen denilen nispeten ünlü olan bir feminist gruptanmış bu arkadaşlar ve protestolarını böyle soyunarak yapıyorlarmış. Kendilerine başarılar diliyorum. Hatta bu yazıyı yazdığım sırada bu sevimli arkadaşlar Türkiye’de de ilk eylemlerini yapıp ülkemizde de ünlü oldular. İlk izlenimimin bu kadar renkli olduğu başka bir ülke tabi ki yok. İnsanlar Evet, tehlikeli sulara giriyoruz. Lütfen yazının ilk cümlesini tekrar okuyun. Bu satırı okuyorsanız kendinizi yoldan çıkma potansiyeli olmayan biri olarak görüyorsunuz demektir ve sizi tebrik ediyorum. Bir not daha; bu başlığı tamamen kendi gözlemlerime dayanarak yazıyorum. Yaptığım genellemelerin ve teorilerin hiçbir bilimsel yanı yoktur. Türkçe bilen bir Ukraynalı yazımı okuyup, kapıma dikilerek “Kardeşim sen nasıl konuşuyorsun?” falan demesin. Topluma baktığımda hiçbir yerde görmediğim kadar dengesiz kadın erkek sayısı gördüm. Sokaklarda gezerken gördüğünüz insanların %70’i kadınlardan oluşuyor. Gece bir yere çıktığınızda yemek yiyen, eğlenen insanların ise sadece %80’i kadın. Masaların yarısı zaten sırf kız gruplarından oluşuyor. Geri kalan da 4 kız 1 erkek olan gruplardan. Ama emin olun bu dengesizlik benim gibi etrafınızı incelemeseniz bile ciddi dikkat çekici bir durum. Sanki yakınlarda bir savaş olmuş da erkekler savaşa gitmiş gibi bir his var. Olayın sadece sokaklar ve restoranlara ait bir gözlem olmadığını göstermek için başka ve daha vurucu bir örnek vereyim. Çalıştığım fabrikalarda “beyaz yaka” çalışan kadrosu hemen her ülkede aynı şekilde planlanıyor. Fabrikanın büyüklüğünden bağımsız olarak pozisyonlar ve görevler tanımlanmış ve sonuçta 30 kişilik bir ekiple üretim süreçleri yönetiliyor. Bu firmanın 15 farklı ülkedeki fabrikalarını gezmiş biri olarak bu kadroda şimdiye kadar en çok 2-3 bayan çalışan gördüm. Bu bayan çalışan oranı Amerika fabrikasında da aynı, İsveç fabrikasında da. Ama Kiev fabrikasındaki bu 30 kişilik kadroda sadece 4 tane erkek var. Fabrikaya ilk girince “Hayırdır, kadınlar matinesi mi var?” diyorsunuz. Fabrika resmen parfüm kokuyor. Ukraynalı Erkek Toplumun gerçekte yüzde kaçı kadın bilmiyorum ama bariz şekilde erkeklerden fazla olduğunu söyleyebilirim. Keşke azınlık olan erkek nüfus için de “az ama öz” gibi güzel bir şeyler söyleyebilseydim. Gezdiğim tüm ülkeler içinde gördüğüm en kötü görünen erkek popülasyonunu Ukrayna’da gördüm. “Kötü görünen” diyerek bulabildiğim en nazik sıfatı seçtiğimi de söylemeden geçmeyeyim. Tamam,  ben erkeklerin doğal fiziksel özelliklerini değerlendirecek objektif bir göz olmadığımı kabul ediyorum ama görünen tipler dünya üzerinde nereye giderseniz gidin “iğrenç” olarak tanımlanacak kadar kötü. İnanın bana Afrika’daki, Pakistan’daki, Arabistan’daki hatta Hindistan’daki erkekler bile bu arkadaşlardan daha bakımlı, daha şık. Günlerce banyo yapmamış, bir dünya göbeği olan, altına 1980’lerdeki basketbol takımlarının giydiği slipden hallice parlak şort üzeri transparan fileden tshirt giymiş, ayakta iğrenç bir terlik, pis sakal ve sarı bıyıklı birini gözünüzün önüne getirin. İşte şu an bir Ukrayna erkeğine bakıyorsunuz. Erkeklerin bu durumu o kadar dikkatimi çekti ki ilk gün yürürken birkaç başarılı örneği fotoğrafladım. Yanda gördüğünüz fotoğraf hayal gücünüzü çok zorlamadan ortalama erkek tipi hakkında ipucu verecektir. Sadece fiziksel özellikler, bakım ve kıyafetlerde de değil bu adamların olumsuz yanları. Pazar günü saat 16’dan sonra etrafta ne kadar erkek varsa çoktan sarhoş olmuştu. Bu adamlar sarhoş olunca buldukları yere de sızıyorlar. Öyle ki çevredeki parklar, banklar, kaldırımlar bu sarhoşlar tarafından işgal ediliyor. Erkeklerin bu “rezil” durumuna karşılık Ukraynalı kadınlarının güzelliği herkesçe malum. Tamam bu kadınlar genetik olarak çok güzel, kimse haklarını yiyemez ama olay sadece güzellikle bitmemiş, bu kadınlar anormal derecede de süslü, bakımlı, dikkat çekici. Ve sadece bize göre değil, yine dünya üzerinde gördüğüm tüm toplumlara göre normal sayılmayacak derecede açık giyiniyorlar. Gördüğüm her anormal kıyafetin fotoğrafını çekmedim ama inanın şehrin ortasında, plajdaki bikinili bir kızdan daha çok yerini açıkta bırakacak şekilde gezinen kızları görmek çok olası. Ve emin olun gördüklerimin büyük bir kısmını burada anlatamıyorum. Ukraynalı Kız Biraz daha düşününce olayı ancak şöyle anlamlandırabildim. Teorim odur ki; nasıl doğada herhangi bir kaynak o bölgede yaşayan türler için yetersizse, tüm türler o kıt kaynak için birbirleri ile savaşır, işte Ukrayna’da bu savaş “kıt kaynak” olan erkekler için veriliyor. Zaten sayısal olarak erkek az ve bu az sayıdaki erkeğin yarısı sarhoş, ayakta duramıyor. Diğer yarısı da öyle bir giyiniyor veya o kadar bakımsız ki geriye kalan yok denecek kadar az sayıdaki gariban erkek bu habitattaki en kıt kaynak durumunda. Çok sayıdaki kadın da bu kıt kaynağa erişebilmek için hemcinsleri ile savaşmak zorunda. Bu savaşı da doğal olarak bakım, giyim, süs ve çekicilik platformuna taşımışlar. Kadınlar hayatın her anında mümkün olduğunca dikkat çekmeye çalışıyorlar. Bunun için olacak ki o kadar açık giyiniyorlar, sabah bakkala giderken bile 10 santim topluklu ayakkabı giyiyorlar. Zaten ülkede topuksuz ayakkabı giyen bir Allah’ın kulunu görmedim. Makyajsız sokağa çıkmak çıplak çıkmaktan daha düşük bir ihtimal. Durum birçok erkek için “cennet” gibi görünse de çok kısa bir süre sonra bunun ne kadar rahatsız edici bir durum olabileceğini anlıyorsunuz. Şöyle ki sürekli etraftaki kadınlar tarafından taciz ediliyorsunuz. İlk gün, yine ilk saatler, Kiev’in en hareketli caddesi olan Kreschatik’de yürüyorum. Elimde fotoğraf makinem, etrafımı inceleyerek ilerliyorum. Cadde hafta sonu trafiğe kapatılıyor ve oldukça kalabalıklaşıyor. Etrafımdaki insanlara bakarak yürürken saniyenin binde biri kadar süreyle bir kızla göz göze geldik. Normal şartlarda bu çok sıradan bir durum. Yürümeye devam ettim. Ama bu kız hemen yönünü değiştirdi ve bana doğru geldi. Çok bozuk bir İngilizce ile “Bana baktın, tanışalım mı?” gibi bir şeyler söyledi. Kendisine bakmadığıma(!) ikna edip yoluma devam ettim. Akşam yemeği için bu cadde üzerindeki bir restorana girdim. Buralarda çok yaygın bir sigara kullanımı var ve kapalı mekanlarda sigara içmek serbest. Restoranlarda sigara içilmeyen bölümü tercih edince de en dipte küçücük bir odaya tıkıyorlar sizi. Bu durum zaman içinde sizi sigara dumanından daha çok rahatsız ediyor ve sigaralı bölümde oturmaya başlıyorsunuz. Neyse beni küçücük bir salona aldılar. Dipte bir masaya oturdum. Karşı duvarda da irice bir pencere var. Eee tek başımayım, yemeğimi bekliyorum, etrafta bakacak bir şey yok, pencereden dışarı bakıyorum. Pencerenin biraz yanında bir masada ise iki kız yemek yiyor. Kızlardan biri kalktı 15 santimlik topuklu ayakkabılarını yere vura vura yanıma geldi. Bu sefer Rusça konuştuğu için ne dediğini anlamadım ama sanırım ona doğru baktığımı söylüyordu. Önceki deneyimimden ve vücut dilinden “Bize bakıyordun, işte geldim, tanışalım, kaynaşalım” dediğini tahmin ediyorum. Onların masasına gitmem için biraz ısrar etti. Bende vücut dilimin elverdiği ölçüde onlara değil, pencereden dışarı baktığımı anlatmaya çalıştım. Neyse bir süre sonra, aynı dili konuşamamanın verdiği çözümsüzlükle masasına döndü. Bu hikayeler uzayıp gidiyor. Ama ilk iki günde arka arkaya o kadar çok olay yaşayınca yolda yürürken aman kimseye bakmayayım, aman restoranda insanları incelemeyeyim demeye başlıyorsunuz ki bu daha önce hiç yaşamadığınız bir baskı. Türkiye’deki kadınların sosyal ortamlardaki tacizlerden, sokaktaki laf atmalardan nasıl şikayet ettiğini hatırladım. Burada aynı durumu ben yaşıyordum ve gerçekten rahatsız ediciymiş. Siz ne kadar etrafınıza bakmıyor da olsanız yine sizi rahat bırakmayabiliyorlar. Allahtan İngilizce konuşmayanlarla olan muhabbet çok uzamıyor. Ama eğer bir de İngilizce konuşuyorsa bu kendine güvenen arkadaşı salak gibi görünmeden geri çevirmek çok kolay olmuyor. “Tanışabilir miyiz?” dediğinde “Hayır” diyorsun. “Neden” diyor. “Şimdi işim var, yemeğimi yiyip kalkacam” diyorsun. “Eee daha yemeğin gelmemiş, yiyene kadar konuşsak” diye ısrar ediyor. “Fesüphanallah” diyorsun. “Anlamadım, ne diyorsun” diyor.  Cevap vermeyince de bozulup kendini kötü hissettiren şeyler söylüyorlar. “Senden bir şey istemiyorum, sadece sohbet etmek istiyorum, neden konuşmak istemiyorsun, hiç arkadaşça değil bu yaptığın”, vs diye üstüne gelmeye devam ediyor. Yani sıkıcı derecede de ısrarcılar. Zamanla geliştirdiğim yöntem şu. Size doğru birisi gelince sadece Türkçe konuşursanız kafadan rahatsınız. Avuç içlerinizi gösterip, Türkçe bir şeyler söylediğinizde en çok 20 saniye konuşup gidiyorlar. Bu yöntem yurtdışındaki tüm sokak satıcıları, bağış toplayanlar, para isteyen dilenciler için de çok etkili. Şimdi yazının ilk cümlesini tekrar okuyun çünkü bizi rezil etme kısmına geldik. Orada gözlediğim başka bir olay da etraftaki Türkler. Benim buraya gelmeden duyduklarımı duyan bir takım erkek vatandaşlarımız buraya akın etmiş. Kafede, restoranda ara ara Türklere denk geliyorsunuz ve maalesef bu adamların konuşmalarını duymak zorunda kalıyorsunuz çünkü Türkiye’de olsalar yüksek sesle yapamayacakları her türlü seviyesiz sohbeti yabancı bir ülkede olmanın verdiği rahatlıkla yüksek sesle yapabiliyorlar. Ve anlattıkları şeyler tahmin edebileceğiniz gibi en az duymak isteyeceğiniz malum mahrem konular. Hadi bunu da geçtim, hayatımda gördüğüm en rezil kız tavlama çabasına burada rast geldim. Meydandayım, panoramik fotoğraf çekimi için aynı açıdan ayrı ayrı 16 kare çekmem gerekiyor. Bu nedenle olduğum noktadan bir santim bile kıpırdamadan, heykel gibi durarak ve fotoğraf makinemi gözümden indirmeden meydanın boş olan kısımlarını sıra ile çekmeye çalışıyorum ve bu işlem duruma göre 5 dakika kadar sürebiliyor. Bu sırada biraz arkamda erkek neslinin yüz karası bir arkadaşın etraftaki kızlara asılma çabalarına kulak misafiri oluyorum. Arkadaşın yabancı dil becerisi de kısıtlı olacak ki duyduklarımın tamamı cümle haline bile gelemeden arka arkaya sıralanan “Hey girls, Drink? Eat? Party?” kelimelerinden ibaret. Göremedim ama konuşmaya çalıştığı kızlar teklife sıcak bakmayıp gittiler. Ses biraz daha uzaklaştı. Yine aynı kelimeleri duydum. “Girls, Drink? Eat? Party?” Doğal olarak sonuç önceki kızlardan farklı olmadı. O kızlar da arkadaştan kaçıp kendilerini kurtardılar. Kıpırdayamadığım için arkama dönüp herkesin kaçtığı bu adamı görüp merakımı gideremedim ama tipi de çok merak ettim. Derken adam son kaçırdığı kızların arkasından Türkçe olarak “Amaannn. Giderseniz gidin beee. Bana kız mı yok.” dedi. İşte bu kısım da ilk paragraftaki bizi rezil etmeyin bölümüne tekabül ediyor. Etrafta bu şekilde takılan o kadar çok Türk var ki bana nerelisin dediklerinde Türk’üm demeye utandığım bir ülke oldu burası. Kiev Özgürlük Meydanı Bu noktada biraz ek bilgi de vereyim. Türk insanının algısı tüm eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinin Rusolduğu ve birbirinden farkı olmadığı. Yukarıda anlattıklarım sadece Ukrayna’ya özgü. Buraya göre belki 3 kat daha uzun vakit geçirdiğim Rusya’da bırakın bu anlattıklarımı yaşamayı, kafasını çevirip size bakan bir kız bile görmedim. Rusya’da kadın-erkek oranı da son derece normal. Yaşam Kiev, Kreschatik ve birkaç küçük seçme bölgesi dışında bayağı döküntü durumda olan bir şehir. Bu hali ile bakınca ülkenin ekonominin durumu hakkında bir fikir sahibi olabiliyorsunuz. Anlatılanlar da aynı yönde. İşsizlik oldukça fazlaymış ve asgari ücret geçinmeye imkan vermeyecek kadar düşükmüş. Bir anket yapılmış, genç kızların %75’inin bir numaralı gelecek planı yabancı bir koca bulup, evlenip, kocasının ülkesine gitmekmiş. Kreschatik Kiev Ülkedeki evler, caddeler, kaldırımlar, troleybüsler ve geri kalan her şey o kadar eski ve bakımsız ki insan şaşırıyor. 2012’deki durum 2009’a göre biraz düzelmiş. Bu yıl Avrupa Futbol şampiyonası Ukrayna’da düzenlenecek. Bu sebeple ülke büyük bir hazırlık içinde. Yepyeni bir havaalanı yapılıyor, yollar ve şehir düzeltilmeye çalışılıyor. 3 yıl içinde gözle görülür bir fark olmuş ama hala yapılacak çok şey var. Ev konusu ise biraz daha ilginç. Rusların veya eski sosyalist ülkelerin insanlarının ev ve ev bakımı algısı bizden farklı. Gerçi bizim de Avrupa’dan faklı ki bu başka bir yazı konusu. Belki Rusya ve Hırvatistan yazımda daha detaylı bahsederim, bir dönem komünist veya sosyalist yaklaşımla yönetilmiş ülkelerdeki gözlemim şu ana kadar hep aynı. Bu ülkelerde aynı bizdeki gibi insanlar apartmanlarda yaşıyor. Ancak dairelerin boyutları bize göre çok küçük ve anormal derecede bakımsız ve kötü durumdalar. Ortalama, 2 çocuklu bir aile 50-55 metrekare bir evde yaşıyor. 80-90 metrekare evlere “Oooo ne kadar da büyük” diyorlar. Binaların, evlerin içleri yapıldığı günkü gibi duruyor. Yapıldığı günkü gibi durma, yepyeni duruyor anlamında değil. Yapıldıktan sonra bir kere bile elden geçmemiş anlamında. Bir sorun olduğunda tamir etme, arada boyama, güzelleştirme gibi bir içgüdüleri yok. Öyle ki şehrin orta-üst sınıfının yaşadığı semtlerde dahi durum farklı değil. Mesela evin camı mı kırıldı? Normal bir insan gidip yeni cam taktırır. Bu adamlar pencereyi tenekeyle kapatıyor. Veya iki tahta çakıp pencereyi iptal ediyor. Sokaklarda gezerken o kadar çok bu durumda pencere görüyorsunuz ki olayın birkaç istisnai durum olmadığını, toplumun ortak alışkanlığı olduğunu anlıyorsunuz. Yine aynı şekilde sıva mı döküldü (bakın boya kabardı demiyorum, tuğlaları görecek kadar sıvanın döküldüğü durumdan bahsediyorum), öyle kalıyor. Teorim odur ki; komünizm döneminde devlet halka oturmaları için bu evleri vermiş. Ama evin mülkiyeti kendilerinin olmadığı için insanlar bu evlere bir nevi geçici konut gibi yaklaşmış. Oluşan hiçbir sorunu çözmeye, evi sahiplenip güzelleştirmeye çalışmamışlar. Zaten devletin halkına layık gördüğü evler de kutudan hallice ve iç karartıcı olunca ortaya çok kötü evlerde yaşayan bir toplum çıkmış. Bu insanlar artık kaç nesil bu zihniyette yaşadılarsa, topluma o kadar sinmiş ki bu durum, 25 yıl sonra bile hem Rusya’da hem Ukrayna’da ev yaşamı çok farklı değil. Meraklı olduğumdan fırsat bulduğumda ortalama halkın yaşadığı apartmanların zemin katlarının camlarından içeri baktım. Emin olun evin içi, dışını aratan bir durumda.  İşsizlikten olsa gerek insanlar bizde olmayan değişik seyyar satıcılık türleri geliştirmişler. 1970 model arabaların bagajlarına çay ocağı kurup caddede kenara çekip yoldan geçenlere kahve satan da var, eline bir buzluk alıp bankta oturup bira satanda. Sokaklarda o kadar çok bira satılıyor ki dikkatinizi çekmemesi imkansız. Yine seyyar kumarhaneler dikkatimi çekti. Tamam, ülkede kumar serbest ama insan gider doğru düzgün kumarhane yapar. Ya da ne bileyim devlet kumarhaneleri lisansa bağlar. Burada bakkal açar gibi kumarhane açılabiliyor sanırım. Adam şehrin kenarında bir kaldırıma bir konteyner koymuş. Yandaki dükkandan bir üçlü prizle elektrik çekmiş. İçine 5 tane de kollu makineyi tıkınca işte sana kumarhane olmuş. Üstünde de hiçbir şey yazmıyor. Her gün yanından geçtiğim ve içinde, yakındaki inşaatta çalışan inşaat işçilerinin kaldığını düşündüğüm konteynerden birisi çıkarken açılan kapıdan içeriyi görmesem orasının bir kumarhane olduğunu hayatta anlamazdım. Belki de kaçak bir kumarhane basmışımdır haberim yoktur.  Ülkede Sovyet döneminden kalma nispeten düzgün bir alt yapı var. Caddelerde karşıdan karşıya geçme gibi bir kavram pek yok. Çünkü tüm caddelerin altında geçiş için bir alt geçit yapmışlar. Ben ilk gün saf gibi caddeyi koşturarak geçmiştim de insanlar bana uzaylı gibi bakmıştı. Ne bileyim ben de yaya geçidi trafik ışığı aramış, bulamayınca bu uzaylılara kızmıştım. Ödeşmiştik. Rusya’da da alt geçit konusunda durum benzer. Bazı meydanların altındaki alt geçitler o kadar karışık olabiliyor ki bir türlü istediğiniz yerden çıkamıyorsunuz. Bunu bildiğimden girmeden çıkacağım yere bakıyorum. Mesafe belli, açı belli, yön belli, ama yerin altına inince o alt geçit illa yollara ayrılıyor ve yolları gıcıklık olsun diye düz yapmamışlar, gıdım gıdım dönüyorlar. Bu alt geçitlerde bir sürü dükkan oluyor. Bir kere her altgeçitte birkaç çiçekçi var. Çiçekçi olmadan altgeçit tamam sayılmıyor. Onun yanında büfeler, pis görünen kafeler, iç çamaşırı satan dükkanlar, zücaciyeciler, ne ararsanız bulabilirsiniz. Kiliseler Ukrayna’da dikkatimi çeken bir konu da kiliseler oldu. Bu kadar sık kiliseyi hiçbir yerde görmedim. Bir birine bitişik, aynı bahçe duvarını paylaşan 3 kilisenin yan yana yapılmasının sebebi nedir çözemedim. Farklı mezheplere ait kiliseler diye düşündüm ama baktım öyle de değil. Daha sonra sohbet sırasında yerel insanlara sordum. Nedense ben sorana kadar kimse neden yan yana 3 tane kilise yapıldığını düşünmemiş. Sebep ne cemaate yetmeme, ne mezhep, ne tarikat farklılığı ne de başka bir şey. Birisi yan yana kiliseleri dikmiş işte. St. Michael Kilisesi Öncelikle Ukrayna, Ortodoks Hristiyan bir ülke ve bugüne kadar ziyaretlerim hep Katolik ve Protestan ülkelere olmuştu. Ortodoks kiliseler yapı olarak da çok dikkat çekici. Bir kere çok renkli ve süslü. Ülkenin yerel mimarisinin de etkisi ile genelde sivrice kubbelere sahip bu kiliselerin bazılarının kubbeleri altınla kaplanmış. Paranın yetmediği yerde de altına benzeyen sarı metaller kullanmışlar. Cep Kiliseleri Orta büyüklükteki kiliseler kadar küçücük cep kiliseleri de çok yaygın. Adım başı bir tane küçük kilise karşınıza çıkabiliyor. Ben bunları İzmir Konak meydanındaki küçük camiye benzettim hep. Rus-Ortodoks kiliseleri, Katolik ve Protestan kiliselerinden farklı olarak oturaklara sahip değil. Bizdeki camiler gibi içleri boş. Her kültürde olduğu gibi burada da din, yerel kültür ve önceki inanışlarla harmanlandığı için gördüğüm Ortodoks kiliseleri diğer ülkelerdeki aynı mezhepten kiliselerle aynı değil. Benzer mantıkta Amerika’daki camilerde de tıpkı kiliselerindeki gibi oturma düzeni ve sıralar var. Burada bir sohbet sırasında arkadaşım ilk kez 19 yaşında bir Katolik kilisesi gördüğünü ve içerideki koltuklara ne kadar şaşırdığını anlattı. Kilisede neden oturulması gerektiğini bir türlü anlamamış ve sinema gibi yapmışlar ve ne kadar anlamsız olmuş diye bana dert yanmıştı. Ülkenin en büyük ve önemli kilisesi bize tanıdık bir kilise, Aya Sofya. Bereginia Altın kubbeli bu kilisede bir tören izledim. Bir kilisede izlediğim en farklı ve en ilginç ayin olduğunu söyleyebilirim. Ne kadar doğru bir saptama bilmem ama burada Ukraynalılar oldukça dindarmış gibi bir izlenim edindim. Sadece kilise sayısı ve kiliselere gösterilen ihtimamdan kaynaklanmıyor bu düşüncem. Özgürlük meydanında Hıristiyanlık öncesi Slav mitolojisinden gelen ana tanrıçaları Bereginia’nın dev bir kaide üzerinde heykeli bulunuyor. Bu heykeli ilk gördüğümde büyüklüğünden oldukça etkilendiğimi hatırlıyorum. Dengeyi sağlamak için meydanın diğer ucuna, ana tanrıçanın simetrik karşılığına Baş Melek Mikail’in elinde ünlü kılıcı ile bir heykelini dikmişler. Ana tanrıça ve Mikail bütün gün birbirlerine bakıyor. Ana tanrıça şehre mutluluk ve bereket verirken, Hıristiyanlıkta en güçlü ve savaşçı melek olarak kabul edilen Mikail elindeki kılıçla şehri kötülüklerden koruyor. Baş melek Mikail ve kılıcı Aslında Mikail ve David heykelleri ile bir bağım var gibi hissediyorum. Nereye gidersem gideyim hiç beklenmedik yerlerde bu iki heykeli veya sembolü buluyorum. İleride Mikail hakkında özel bir yazı gelebilir. Rüşvet ve Ben Hayatımdaki ilk ve şimdilik tek rüşveti burada verdim. Ve gördüm ki rüşvet cidden işe yarayan bir müesseseymiş. Ne zaman bir ülke ile vizeler kaldırılsa veya kolaylaştırılsa başıma bir olay geliyor. Buradan Dış İşlerine sesleniyorum “Arkadaşlar bırakın dağınık kalsın. Ne güzel vizemizi alıyoruz, paşa paşa giriyoruz.” Pakistan ve Suudi Arabistan’daki acı pasaport kontrolü ve vize deneyimlerinden sonra Ukrayna konsolosluğunun 4. vize talebime “Artık vizesiz gidebilirsiniz” cevabına inanmadım. Daha önce 3 kere vize veren konsolosluk ısrarla, istersem vizesiz gidebileceğim konusunda beni iknaya çalıştı. Acenteye inanmayıp Dışişleri Bakanlığı ve Büyükelçiliğe kadar her yere ulaşıp süreci bizzat öğrendim. Eğer otel rezervasyonum ve uçak biletlerim varsa sınır kapısından vize alabiliyormuşum. Çok yeni bir uygulamaymış, çok kolaylaşmış, breh breh… Rezervasyonlarımla havaalanına gittim. İlk problemi Türk Hava Yolları trammels in sırasında çıkardı. Meğer otel rezervasyonum Ukrayna tarafından yetkilendirilmiş bir acente tarafından yaptırılmak ve yeşil bir kağıda bastırılmak zorundaymış. Bu yeşil kağıt kuralı da sadece 3 gün önce çıkmış. THY de benim seyahatimden üç gün önceye kadar her türlü rezervasyon belgesi ile yolcu kabul ederken birden yeşil kağıt olmadan kimseyi uçağına bindirmemeye başlamış. Velhasıl beni uçağa almadılar. Araya giren kuzen, eş, dost yetmedi. Kiev’deki müşterim konsolosluğu aradı, olmadı Kiev’deki THY bölge müdürüne gidip oradan İstanbul’u arattılar ve gerekli belgelerin Kiev’de hazır olduğunu, pasaport kontrolü öncesi birinin bana elden vereceğini taahhüt ettiler, bu da yetmedi bunu yazılı olarak faksladılar. Sonunda THY insafa geldi ve uçağa binebildim. Kiev Özgürlük Meydanı Tabi her ziyaretimde hiç şaşmadan beni havaalanından aldırmayı beceremeyen müşterim, pasaport kontrolü öncesi belgeyi getirecek adamı da düzgün organize edemedi. Uçaktan indim, zaten 20 metre sonra pasaport kontrolü var. Gidebileceğim ne başka bir yer ne de o küçücük alanda beni bekleyen biri var. Sap gibi beklemeye başladım. Vizesi olan yabancılar gelip geçiyor, ben ve benim gibi sınır kapısında vize almayı bekleyen bir avuç Türk boş boş bekliyoruz. Tabi benim dışımda gelen herkes ellerindeki yemyeşil rezervasyon kağıdının verdiği rahatlıkla, huzur içinde beklerken ben elimde telefon sürekli birilerine ulaşmaya çalışıyorum. Derken belgeleri tam olan Türk vatandaşlarına sınır kapısında vizeyi verecek görevli zatı muhterem teşrif etti. Plana göre bu kişi vize için bekleyen yolcuların benim gözüme sokar gibi ellerinde salladıkları yeşil rezervasyon kağıtlarını ve pasaportları alacak ve gidip vize sürecini başlatacak. Benim de yeşil kağıdım olsa bende o gruba dahil olup geçeceğim. Eski sınır dışı edilme anılarımın da etkisiyle artık nasıl alarma geçmişsem bize doğru gelen vizeci amcayı ilk ben fark ettim ve daha gruba kadar gelmeden atılıp yarı yolda adamı yakaladım. Ancak 5 kelime İngilizce konuşabilen amcama durumumu anlattım. Bana paran var mı dedi. Var dedim. Çıkar bakalım 50 Euro dedi. Çıkardım. Pasaportumu aldı, yeşil bayraklı gruba bekleyin beni dedi ve gitti. 5 dakika sonra amcam geri geldi. Bekliyorum ki bana yeşil bir rezervasyon kağıdı getirmiş olacak, ben de yeşil bayraklı gruba dahil olacam, elimde o kağıdı havalı havalı sallayacam. Ama öyle olmadı. Adam pasaportumu arkasında tutuyor. Bana “Polis var” dedi. “Eee” dedim. “20 Euro” dedi. 20 Euro daha verdim. “Polisin müdürü var” dedi. Artık soru sormadım. 10 Euro da müdür katkı payı olarak verdim. Amcam ilk kez gülümsedi “En son da ben varım” dedi. Bir 10 Euro da gülümseyen amcaya verdim. Arkasında “Sağ elimde mi sol elimde mi?” diyecek gibi sakladığı pasaportumu verdi. Vizen hazır dedi. Meğer tüm işlemleri halletmiş, vizeyi bile vermiş. Ben pasaport kontrol kuyruğuna girdim. 15 dakika sonra sıra bana gelip, mührü bastırıp Ukrayna topraklarına girdiğimde yeşil bayraklı grup hala ellerindeki belgeleri verecekleri adamı bekliyordu. Gördüm ki işe yarayan tek “yeşil kağıt” o rezervasyon belgesi değilmiş. Başka yeşil kağıtlar da oluyormuş. Bu ilk ve tek rüşvet deneyimim sırasında kendimi kötü hissettim mi? Hayır hiç hissetmedim. Orada her şeyi yasal yoldan yapmış ve ellerinde yeşil kağıtlarla havalı havalı bekleyen insanlardan utandım mı? Hayır utanmadım. Çok bozuldum ben….Yaşasın kötülük…. Aya Sofya Bu rüşvet konusu bu bölgelerde çok yaygın. Hemen her iş için karşınızdakine rüşvet verebiliyorsunuz. Özellikle polisler rüşveti çok seviyormuş. Rusya’da herhangi bir yerde bir polis sizi kafasına göre durdurup pasaportunuzu isteyip incelemeye başlayabiliyor. Tek amacı sizi korkutup para almak. Bir problem bulursa zaten yandınız. Bulamazsa bile bu vize sayfası katlanmış, katlanmaması lazımdı yürü karakola diyor. Ülkesine göre 100 Grivna veya 100 Ruble o katlanmış sayfa üzerinde ütü etkisi yapıyor ve sorun olan kat izi bir anda dümdüz oluveriyor. Okuduğum yazılarda diyor ki Rusya’da, Ukrayna’da kimseye rüşvet teklif etmeye korkmayın. Rüşveti ters algılayan bir insan evladı yok buralarda. Aslında bu konu çok ciddi. Yabancı bir ülkede böyle bir harekete kalkışmadan önce mutlaka araştırın. Bazı ülkelerde rüşvetin iması bile sizi yüzde yüz parmaklıklar arasında bir gece kahvaltı dahil konaklamayı garanti edebilir. Yemekler Nedense kuzeye gittikçe yemeklere bir şeyler oluyor. Ukrayna da bu konuda bir istisna değil. Kiev’in sözde en iyi restoranlarına gittim. Ama restoranlarda bir üst limit var ve ondan daha kaliteli, lezzetli yemek bulamıyorsunuz. Ve maalesef o limit pek yüksek değil. Yerel yemek dediğinizde restoran profili de tatlar da birden olumsuz yönde değişiyor. Ülkedeki iyi restoranlar hep başka mutfaklara ait. Son ziyaretimde Ukrayna’da yediğim en güzel yemeği yedim ve o tatları bulduğum yer bir Gürcistan restoranıydı. Bu arada Gürcüler mi bizden çalmış biz mi onlardan bilmiyorum ama adını bile değişmeden yaprak sarmasını, mantıyı, biber dolmasını menülerine koymuş adamlar. Yerel olup güzel olan üç yiyecek sayabilirim. Borsch çorbası. Türkiye’de Rus çorbası olarak bilinen bu çorba menülerde istisnasız olarak “Ukrayna Borsch çorbası” olarak geçiyor. İlk ziyaretimde herhalde çorba hakkında Ruslarla aralarında ihtilaf var ki bu şekilde kendilerine ait olduğunu özellikle vurguluyorlar demiştim. Ama Rusya’da da bu çorbanın adı “Ukrayna Borsch çorbası”. Kırmızı pancardan yapılan bu çorba yine bir Rus klasik davranışı olarak ekşi krema katılarak yeniliyor. Ukrayna’da da Rusya’da da olur olmaz her şeye bir ekşi krema koyma adeti var. Ekşi kremayı neden bu kadar seviyorlar anlayabilmiş değilim. İkinci güzel yerel tat ise Bilini veya daha genel olarak havyarlı her şey. Rusya havyar üretiminde önde gelen ülkelerden biri. Ukrayna’da ciddi bir üretim olmasa da tarihten gelen bağlantılarla bu yiyecek bir kere mutfaklarına girmiş. Bu insanlar havyarla bir sürü güzel atıştırmalık hazırlayabiliyor. Bilini kızarmış bir ekmek dilimi üzerine sürülen ekşi krema ve onun üzerine kalın bir katman olarak sürülen havyardan oluşan bir iştah açıcı. Bazen de bu lezzet fırtınasına bir üçüncü kat olarak çok ince kıyılmış frenk soğanı sapı da ekleniyor. Akşamüzeri veya sabah kahvaltılarda ise krepin ortasına bolca havyarı koyup dürüm veya külah olarak sunuyorlar. Kreschatik Geldik üçüncü güzel lezzete ki o da bira. Burada birçok restoran kendi birasını kendi yapıyor. Genelde bu restoranlar salonun bir köşesine biranın mayalandığı koca koca krom tankları yerleştiriyor. Siz de o tanklara baka baka biranızı içebiliyorsunuz. Ben bir keresinde restoranın birinde filtre edilmemiş ev yapımı bira içmiştim. Nefisti. Bira sevmeyen biri olarak o tadı bir türlü unutamadım.  O günden beri gittiğim her yerde o filtre edilmemişbulanık biranın tadını arıyorum. Bira burada en çok içilen alkollü içecek. Şarap kültürü yok gibi bir şey. Her cahil yabancı gibi ben de buraya gelmeden tüm Rusların (ve dolayısı ile Ukraynalıların) en sevdiği içeceğin Votka olduğunu düşünüyordum. Bir kere bu adamlar votkayı yazın neredeyse hiç içmiyorlarmış, yazın soğuk bira içilir diyorlar. Kışın bile votka liderliğini biraya kaptırmış durumda. Efes ülkenin en çok satılan üç birasından birisi. Bir gün menüde iştah açıcılar bölümünde kızarmış domuz kulağı gördüm. Tabi benim iştahım hiç açılmadı. Domuz kulaklarını kızartıp yemek yetmemiş bir de çeşit yapmışlar. Küçük domuz kulağı ve büyük domuz kulağı olarak iki farklı seçenek mevcut. Fiyatından anladığım kadarı ile küçük domuz kulağı daha makbul. Herhalde daha kıtır kıtır oluyor diye düşünüyorum. Birkaç gün sonra yine filtre edilmemiş ev yapımı bira içiyorum, yanına da karışık bira tabağı diye bir şey söyledim. Sosis, patates, kalamar, soğan halkası falan var. Derken bir soğan halkasını ağzıma attım. Birkaç saniye sonra dokusundaki farklılığı hissettim. O an dilimle yokladım, ortasında boşluk yok. Kafamdan düşünceler geçmeye başladı. “Soğan halkasının ortası boş olmalı Kamil”, “Bunun dokusu soğan gibi değil Kamil”, “Bu ne olabilir ki Kamil?”, “Geçen gün menüde ne görmüştüm ben Kamil?”, “Yoksa, yoksa, …. , bir domuzun kulağını mı kemiriyorum?”, “Bari küçük domuz kulağı olsun”. O an aman etraftan iğrenç görünür, yok ayıp olur gibi düşünceler aklımın köşesinden bile geçmeden ağzımdakileri elime çıkarıverdim. Dikkatimi çeken başka bir şey de menüler. Neden anlamadım ama tüm işletmelerde, tüm menülerin, tüm sayfaları tek tek mühürlenmiş ve imzalanmış. Önce herhalde burada yasa gereği sağlık bakanlığı falan menüleri onaylıyor diye düşündüm. Sonra sonra baktım, mühür her işletmenin kendi mührü. İmza ise kimin bilmiyorum. Hadi bir işletme üşenmemiş, kendi menülerinin her birinin her bir sayfasını tek tek mühürlemiş ve imzalamış, iyi de diğerleri neden yapmış? En lüks restoranından en salaş kafesine kadar bu uygulama istisnasız uygulanıyor. Yine merakıma yenildim beraber çalıştığım yerel arkadaşlarıma sordum. Ve yine hiç biri menülerde bir damga olduğunu bile fark etmemiş. Sebebini öğrenemedim. Ama kesin yasal bir düzenleme olmalı. Rusya ile ortak bir uygulama da menülerdeki yemeğin içindeki her bir malzemenin gramajının yazılması. Mesela menü de köfte var. Yanında garnitür olarak patates kızartması ve salata geliyorsa, hemen yanında 250gr/100gr/120gr yazıyor. Tercümesi sana 250 gram köfte, 100 gram patates kızartması ve 120 gram salata gelecek. Bazen o kadar çok rakam oluyor ki hangi rakam ne için çözmek mümkün olmuyor. Tüm bunlara rağmen Ukrayna’da yemek çok ucuz. Sadece Avrupa’ya kıyasla değil Türkiye’ye göre bile ucuz. Şehrin en pahalı restoranındaki en pahalı yemek 25-30 lirayı geçmiyor. Tarih ve Rusya İlişkileri Olga ve abileri Eurovision’da Sertab’tan sonra Ruslana adlı şarkıcı Ukrayna adına birinci olduğunda kıyafetleri dikkatimi çekmişti. Vikinglere benzeyen kıyafetlerin Ukrayna ile ne alakası var demiştim. Meğer bu adamların ataları basbayağı Vikingler gibi giyiniyormuş. Kiev 1500 yıl önce 4 kardeş tarafından kurulmuş. 3 erkek 1 kız kardeşten oluşan bu 4’lünün şehrin her yerinde heykelleri var. Kızın adı Olga bir tek onu ezberledim. Abilerinin adları çok da önemli değil zaten. Olga’nın abileri dediniz mi herkes anlıyor. Eminim bu 4 kardeşin anası babası gurur duyuyordur evlatlarıyla. Her ne kadar orada burada Ukrayna ve Rusya kardeştir lafları geçse de bu iki ülke ve halk arasında gözle görülür bir rekabet ve tarihsel çekememezlik var. Öncelikle Ukraynalılar kendilerine Rus denilmesinden hiç haz etmiyorlar. Hemen biz Ukraynalıyız, hiçbir zaman Rus olmadık biz diyorlar. Tarihlerine baktığınızda Stalin döneminde bu adamların ayaklanmalarını önlemek için buraya gıda ambargosu uygulanmış. İnsanlar açlıktan ölmenin eşiğine geldiğinde hepsi St. Michael ve Aya Sofya arasındaki geniş alanda toplanmaya başlamışlar. Ambargo devam ettikçe yaşam koşulları daha da kötüleşmiş. Günde ortalama 25 bin kişinin açlıktan öldüğü bir boyuta gelmiş. Anlatılan o ki, iki kilise arasındaki o devasa alan sadece açlıktan ölen insanların cesetleri ile kaplanmış. Bu olaylar sonucunda Sovyet Rusya’sında toplamda 11 ila 15 milyon arasında insan açlıktan ölmüş. Bunların 7 milyonu Ukraynalıymış. Bu alanın bir köşesine 1933’de ölen 7 milyon kişi anısına bir anıt dikmişler. Bu olayların yıldönümünde Kievliler bu meydana 7 milyon tane yanan mum dikiyorlarmış. Onca mumu nasıl sönmeden yanık tutuyorlar merak etmedim değil. Kardeşlik kemeri Şehrin güzel bir yerinde büyükçe bir kemer var. Kemer sözüm ona Rusya-Ukrayna kardeşliğini simgeliyormuş. Ama sohbetlerimizde Ukraynalılar, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Avrupa’ya en iyi entegre olan, en hızlı gelişen ve demokratikleşen ülke olduklarını söyleyerek övünüyorlar. Rusları çok kendini beğenen ve hantal bir ülke olarak görüyorlar.Halka baktığınızda da genç nesil, Ruslara göre çok çok daha yüksek oranda İngilizce biliyor. İnsanlar genelde Rusça konuşsa da Ukraynaca diye bir dil de varmış. Ülkenin batı bölgeleri daha milliyetçi olarak biliniyor ve oralarda Rusça konuşmak tepki alıyormuş. Kiev’de baskın dil Rusça. Şehrin Şarkısı Bu şarkıyı sizinle paylaşabilmek için ne kadar uğraştım bir bilseniz kesin sonuna kadar dinlersiniz. İşte benim için Kiev şarkısı Guiseppe Verdi’nin La Traviata operasından Addio Del Passato’dur. Gün batarken Özgürlük Meydanından otelime doğru yokuş aşağı yürüyordum. Kulağımda bu şarkı çalıyordu. Yazının başındaki kapak fotoğrafındaki kızıl manzara ve binaların camlarında yansıyan turuncu rengi bu müzikle yakaladım. http://www.youtube.com/watch?v=-gR_xKn69_I Kiev Fotoğraflarımdan Seçmeler https://picasaweb.google.com/105352833686318819568/Kiev https://picasaweb.google.com/105352833686318819568/Kiev2 https://picasaweb.google.com/105352833686318819568 Yazının kaynağı: http://kamilingezileri.wordpress.com/2012/03/12/ukrayna-izlenimleri/ İlgili Aramalar: GEZDİM GÖRDÜM Ukraynayla ilgili herşey bu yazıda Ukrayna İzlenimleri Kiev’de gün batımı Bakın peşin peşin söylüyorum. Eğer bu yazıyı okuyunca gaza gelerek Ukrayna’ya gidip, yol... Devamı »   Önceki Kayıtlar Ana Sayfa Kaydol: Kayıtlar (Atom) Bizi E-posta ile takip edin Populars Comments Archive En+10 Acı sözler, acılı sözler, aşk acısı çekenlere acı sözler ...Acı... İnanması zor, Katlanması güç ama, Alışıyor insan bir müddet sonra yaşamaya. Sırtının ortasında onlarca bıçakla... Sperm yutmak SPERMİN KADIN İÇİN YARARLARI Sperm yutmanın hiç bir olumsuz yanı yoktur , hatta cilde yararlı olduğuda ortaya koyulmuştur. Spermin Kad... Erotik karikatürlerde kadın erkek ilişkisi Karikatürler zaman zaman güldüren bazende düşündüren komik karikatürler. Onlarca sözle anlatılmak istenenleri bir karikatürle anlatabilsin... Online Yazı Yazma Siteleri Yararlı Bir Çok Site Adresleri  Faklı yazı çeşitleri http://cooltext.com/ http://flamingtext.com/   http://www.3dtextmaker.com/   ht... Ses ve ışık kirliliğinin insan sağlığına etkileri Işık ve ses kirliliği Işık ve ses kirliliğide(gürültü kirliliği) çevre kirliliğinden sayılır. Çevremize attığımız atıklar nasıl sağlığı... Kadın sünneti kuzey Irakta hala devam ediyor :(( The Washington Post, Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetiminde yaygın olarak uygulanan kadın sünnetini haber konusu yaptı, 7 yaşındaki ... ÇALGI ÇENGİ 2 - BEHZAT Ç. bölümü gülmekten kopacaksınız :)) Çalgı Çengi filmi ve Star tv deki İşler Güçler dizisinden tanıdığımız Ahmet Kural ve Murat Cemcir Behcat Ç dizisinde Çalgıcı olarak gittikl... 3 tekerlekli bisikletler heryerde her işte Çeşit çeşit 3 tekerlekli bisiklet modelleri, pedallı 3 tekerlek bisikletler, elekrikli 3 tekerlekli bisikletler, motorlu 3 tekerlekli bisikl... En güzel doğa manzara resimleri walpaperler Seçmece büyük boy doğa manzarası walpaper duvar kağıtları İlgili Aramalar: ÇANAKKALE' DE bilmedikleriniz görmedikleriniz -1 İBRETLİK GÖRÜNTÜLER ! .. İlkkez bu görüntüleri görecek ve çanakkale destanına verdiğimiz değeri görünce üzüleceksiniz. İyi bakın tarihe ne... Arşiv Arşiv Ocak (7) Aralık (30) Kasım (15) Ağustos (3) Temmuz (6) Haziran (4) Nisan (2) Mart (1) Şubat (2) Ocak (1) Aralık (2) Kasım (11) Ekim (18) Eylül (5) Ağustos (1) Temmuz (11) Haziran (2) Nisan (5) Ocak (5) Kasım (11) Ekim (3) Eylül (17) Ağustos (3) Temmuz (2) Haziran (1) Mayıs (14) Mart (4) Şubat (17) Ocak (30) Aralık (55) Kasım (28) Ekim (31) Eylül (42) Ağustos (34) Temmuz (29) Haziran (32) Mayıs (64) Nisan (47) Mart (65) Şubat (53) Ocak (37) Aralık (28) Kasım (49) Ekim (108) Eylül (116) Ağustos (141) Temmuz (171) Haziran (97) Mayıs (40) Nisan (7) Mart (1) Şubat (23) Bölümler BİLİM TEKNOLOJİ CİNSEL HABERLER ÇOK ÖZEL SÖZLER FOTO GALERİ GEZDİM GÖRDÜM KÜTÜPHANE OLAY REKLAMLAR ÖZEL FIKRALAR POLEMİK ANALİZ SIRADIŞI HABERLER SİNEMA DİZİ MÜZİK VİDEO TARİHİ GERÇEKLER İletişim Formu Ad E-posta * Mesaj * Bugün seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz? Ordan Burdan Türk Omaha Yerlileri miskokulu lezzetler Elmalı Tarçınlı Muzlu Kek Türk birliği Cephesi TBC Türk Birliği Cephesi Logo TÜRK YUVASI Ağaçlar da Ağrır (hastalanır) - Tatar Türkçesi (Türkiye Türkçesi Altyazılı HD Çizgi Film) Gözüme Takılanlar Kenya İzlenimleri Satarım Kredili konut satışı düştü Tabiatname Tabiatname ilginç…? Olay Reklamlar BABA KESTİRİYORUM... ALLAH İYİLİĞİNİZİ VERSİN BU NASIL REKLAM SAKLI SIRLAR ÇOK ÖZEL SIRLAR Mustafa Kemal Atatürk tarihinbelgeleri.com Canlı Site Trafik Feedjit Live Blog Stats Ömer Hayyam Diyorki; Geçmiş günü beyhude yere yad etme. Bir gelmemiş an için feryat etme. Geçmiş gelecek masal bunlar hep. Eğlenmene bak ömrünü berbat etme. Niceler geldi, neler istediler. Sonunda dünyayı bırakıp gittiler. Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de senin gibiydiler. Dünyada ne var kendine dert eyleyecek? Bir gün gelecek can bedenden gidecek. Zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün... Zira senin üstünde de otlar bitecek. Ömer Hayyam Necip Fazıl Kısakürek Diyorki Konular BİLİM TEKNOLOJİ CİNSEL HABERLER ÇOK ÖZEL SÖZLER FOTO GALERİ GEZDİM GÖRDÜM KÜTÜPHANE OLAY REKLAMLAR ÖZEL FIKRALAR POLEMİK ANALİZ SIRADIŞI HABERLER SİNEMA DİZİ MÜZİK VİDEO TARİHİ GERÇEKLER Son Yorumlar